Cüneyd Zapsu
İlk dördü rahmetli olan pederim Mustafa Pertev Zapsu, Tevfik Demiroğlu, Abdurrahman Gürses Hoca (Beyazıt Camii), Ali Yakub Hoca ve Emin Hoca (Saraç), Sabri Özpala Ağabey ayda en az bir defa bizim Maçka’daki evde veya yazın da Celâliye’deki yazlığımızda bir araya gelirler, yemek yenir, sohbetler edilirdi.
Biz Ağabeyim Aziz ile birlikte, ilk seferler babamın zoru ile (delikanlı olarak “yaşlılarla” bir gece geçirmek ters geliyordu tabii) ama sonra severek isteyerek bu toplantılara katılma şeref ve zevkine nail olabildik.
Abdurrahman Hoca ve Tevfik amca tarih deryası idiler. Cumhuriyet kuruluş tarihini ders kitaplarında olmayan şekillerde anlatırlardı. Tevfik amca her zaman dümdüz, direk ama müthiş bir nükte ve espiri anlayışı ile Ali Yakub Hoca’ya takılır, hocam da o güzel, içten gülüşü ile katıla katıla güler… bilenler onun “…aziiiizim, bak anlata…” şeklinde başlangıcını bilirler.
Bu toplantılar tarih, sosyoloji, siyasi, dinî konuların hiç sıkmadan, sürükleyici ve çok da nükteli bir şekilde anlatıldığı ortamdı.
Gruptan ne yazık ki sadece Sabri Ağabey ve Emin Hoca kaldı…
Ali Yakub Hocam babamın ricası üzerine bize, yanlış hatırlamıyorsam, 1970’li yılların ortalarında ders vermeye başlamıştı. Başta bize küçükken öğretilen Arap alfabesini unutmuş olmamızdan dolayı “elif be”den başladık. Bir müddet sonra okumaya başladık, pratiğimiz artsın diye.
Şunu da düşünmeniz lazım. Ağabeyimle ben Alman Lisesi’ni bitirmiş, Boğaziçi’nde İşletme okuyan delikanlılar, yaşlı birinden sıkıcı gramer dersleri alacağız!
Ama sıkılan biz olmadık. Hocam kendisi en fazla 5 dakika sonra sıkılır, defteri kapar-ama buna mukabil daha büyük bir kitabı (İhyâ) açar ve buradan bir parağraf okuyup, 2 saat bu prağrafı anlatır, bizim suallerimize de cevap verirdi. Allah razı olsun “İhyâ” olduk…
Hocam kış demeden hep yürürdü. İnanılmaz bir şeydi. Bize, Maçka’ya Fatih’ten yürüyerek gelirdi, dönüşte bırakma kavgası verirdik, gece vakti olduğundan dönüşte biz arabayla bırakırdık…
Ağabeyimle beni çok severdi ama bildiğiniz gibi sevgi karşılıklıydı. Onda da belirli seviyeye gelmiş kimi zatlarda gördüğüm “yobazlıktan” eser yoktu. Bizimle arkadaş gibi olur, güler, espri yapardı. Dünyada gördüğüm en neşeli, güzel, içi dışına vurmuş bir zattı.
Evlenmeyi düşündüğümde daha anama babama durumu açmadan ilk önce (şimdiki eşimi) Ali Yakub Hocam’a götürüp tanıştırdım. 1978 ilkbaharıydı. Yarım saat kadar hep beraber sohbet ettik. Yaşımızın oldukça küçük olması sebebiyle (ben 21, eşim 18), her ikimizin de üniversiteye gitmesi vs. beni düşündürmüştü. Hocam eşimle hemen kaynaştı. Çünkü her ikisi de “neşeli” insanlardı. Bana hayırlı olsun dedi. Ben hemen dinî nikâhımı kıymasını istedim. O ise merak etmememi, ailelerin de bu işe evet diyeceklerine inandığını, nikahın da Abdurrahman Efendi tarafından kıyılmasının daha uygun olacağını söylemişti… (Ertesi sabah önce ağabeyime, öğlen anneme, öğleden sonra da babama açtık, 2 gün sonra ise söz kesildi, akabinde ise Abdurrahman Efendi nikahımızı kıydı, bilâhare nişan ve düğün…)
Ali Yakub Hocam hem derin bilgisi hem de sıcak sevimli ve hoşgörülü kişiliği ile herşeyi sorgulayan, “modern” eğitim gören, ve o şekilde yaşayan ağabeyimle bana tasavvufu ve dolayısı ile insanı daha çok sevdirmiştir.
Allah razı olsun ve rahmet eylesin.
————————————————————————————————————————————————————
Dr. Necdet Yılmaz, Ali Yakub Cenkçiler Hatıra Kitabı, İstanbul: Dârülhadis 2005, s. 159-161.