Mustafa Ballı
21 Mayıs 1988’de Hakk’ın rahmetine kavuşan Ali Yakub hocamız hakkında neşredilecek kitap için, birkaç hatıramı yazmam istendiğinde, ehli kalem olmadığımdan, önce tereddüt ettim, fakat Mürebbimiz rahmetli Mehmet Zâhid Kotku hocamızın “Arkadaşlık peki demekle kaimdir” sözünü hatırlayarak şu birkaç satırı yazmayı cür’et ettim. İnşaallah rahmete vesile olur.
Merhum Ali Yakub hocamızı 1968 yılında bir arkadaşımın götürdüğü, Fatih’te Emir Buhârî Camii’nde okuttuğu İmam Gazâlî’nin meşhur eseri İhyâu ulûmi’d-dîn’i dinlemek için gittiğimde tanıma şerefine erdim.
Kendisine has Arnavut lehçesi ile iki sayfalık dersi lime lime ederek alışmadığımız güzellikte zihinlerimize nakşediyordu. Dersi takip eden genellikle hoca, asistan ve talebe arkadaşlar kendi getirdikleri metinler üzerinde not tutuyor, şerhleri yazıyorlardı. Hoca derin Arapça ve tasavvuf kültürü ile bu derslere yaklaşık 15 yıl -tâ ki kendisine yüksek tansiyon ve şekerden dolayı ağır felç gelene kadar- devam etti. Hastalığı beş yıl kadar sürdü.
Merhum, derse yeni gelenler, husûsen gençlerle özel olarak ilgilenirdi. İlk dersin sonunda beni bazı arkadaşlarla birlikte evine davet etti. Sohbet esnasında, köken olarak Saraybosnalı olduğumu öğrenince memnun oldu ve kendisinin de Mısır’a gitmeden önce Bosna’da tahsil gördüğünü, oralarda derin hatıraları olduğunu anlattı. O günden sonra vefat edene kadar münasebetlerimiz bir baba evlat mesabesinde gelişti. Ta ki ellerimizle toprağa tevdi edene kadar.
Fizikî olarak çocuğu olmayan hocamızın bütün öğrencileri âdetâ öz evlatları gibiydi. Yüksek tahsilini Ezher Üniversitesi’nde yapmıştı. Uzun yıllar görev yaptığı Kahire Üniversitesi Kütüphanesi’nde el atmadığı kitap kalmayan hocamız, sosyal olarak da çok geniş bir çevreye sahipti. Mısır’da iken, sürgünde yaşayan son Osmanlı Şeylülislâmı büyük âlim Mustafa Sabri efendiye talebe ve mânevî evlat olmuş, Osmanlı şehzadeleri ile yakın dostluk kurmuştu. Burada da mektuplaşmaları devam ediyor ve o mektupları gözyaşı ile bizlere okuyor, Osmanlı’ya olan hayranlığını her vesile ile ifade ediyordu.
Mısır ile ülkemiz arasında bir kültür anlaşması olmadığından, hocamızın kariyeri akademik camiada geçerli sayılmamış, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Haseki eğitim merkezi açılana kadar, tedris hizmetlerini fahrî olarak devam ettirmiştir. Sahabe numunesi olan hocamız, geçimini Bahariye Mensucat Fabrikası’nın muhasebe servisinde çalışarak temin eder, kalan zamanını gece yarılarına kadar talebe okutarak geçirirdi. Firma sahibi maaşını alıp gündüz mesaisini de talebeye tahsis etmesini söylediğinde, “Resûlullah, dini para ile öğretmedi, ben de geçimimi emeğimle sağlayıp, hizmetimi fî-sebîlillah yapmalıyım” demiştir.
İhyâu ulûmi’d-din hakkındaki derin vukufiyeti dolayısıyle, bu kitabı Türkçe’ye tercüme etmek isteyen yayınevi sahiplerinin bu işi üstlenmesini istediklerinde, hocamız irkilerek, “Vallahi azîzim! Ben Allah’tan korkarım. Gazâlî’den korkarım” demiştir. İhyâ’yı tercüme edecek kimsede Gazâlî’nin ihlası olmasının gerektiğini, değilse tercümenin kuru bir metinden ibaret kalacağını ifade ile, bu gibi temel kitapların tercümeden çok ehli tarafından okutulmasının uygun olacağını söylerdi. Bu husustaki ısrarlar karşısında ise şu hikayeyi anlatmıştır: Nalbantta ayağı nallanan atı gören kurbağa kendi ayağını nallatmak üzere uzatmış, “İşte Gazâlî ile benim durumum da böyle”, demişti.
Okuttuğu talebelere muhitinden yardım sağlar, bulamayınca kendi kıt imkanlarından verirdi, bir kış günü üşümekte olan talebesini görünce dayanamıyarak kendi paltosunu verdiğini hatırlıyorum. Tabii bu arada onun bahsedilen hizmetlerini verebilmesinde kendisini yürekten destekleyen ve bu hususta büyük gayretleri olan refikası Muammer Hanım’ın himmetini de zikretmek gerekir.
Şimdi yazımın başlığına dönüyorum. Malum; harplerde zafer kazanan kumandanlar rütbe alır ve meşhur olurlar, fakat bir de perdenin arkasında o zaferin mütevazı ve meçhul askerleri de vardır ki manevi hatıralarına izafeten meçhul asker anıtı dikerler.
Bence Ali Yakub Hoca ilim ordusunun bir meçhul askeridir. Bu meçhul askeri tanıtmak noktasında emeği geçen herkes ve kurumu takdir ve tebrik ederim.
Mevlâ Ali Yakub hocamıza ve cümle geçmişlerimize rahmet eylesin.
Dr. Necdet Yılmaz, Ali Yakub Cenkçiler Hatıra Kitabı, İstanbul: Dârülhadis 2005, s. 73-75.