- Hadis: Hazreti Peygamber’in Tevâzuu
آكُلُ كَمَا يَأْكُلُ الْعَبْدُ، وَاَجْلِسُ كَمَا يَجْلِسُ الْعَبْدُ.
“Kul gibi yer, kul gibi otururum.” [1]
Hace-i Kâinat Aleyhi Efdalu’s-Salavât Efendimiz Hazretleri’nin bu hadîs-i şeriften yüce muradları, şu kudsî fermandır: “Şahlar gibi böbürlenerek ve devlet başkanları gibi davranarak ümmet ve ashabımdan el etek çekmiş ve kendimi üstün görmüş değilim. Nübüvvetimin yüce şanına yakışan, kulluk bilinci ve tevâzuyla beraber en yüksek derecelere yükselmektir. Her yer bana ilâhî tecellinin arşı ve her zerre vahiy taşıyan ezelî bir feyizdir. Yüksek yahut alçak, her yer bana göre eşittir. Nitekim ben kulum, kul gibi yer, kul gibi muamele ederim.
Ey gayreti yüce kişi! Sen de Muhammedî ve insanî hakikatten nasibini almak istersen kulluğunu unutma! Kulluk edebine yakışır şekilde ye! Yalnız olsan bile edebi terk edip büyüklenerek oturma! Her hâlinde edep hükmünü gözet ki, yüksek derecelere ulaşasın.”
- Hadis: Münâfığın Alâmetleri
آيَةُ الْمُنَافِقِ ثَلاَثٌ: إِذَا حَدَّثَ كَذَبَ، وَ إِذَا وَعَدَ أَخْلَفَ، وَ إِذَا ائْتُمِنَ خَانَ.
“Münâfığın alâmeti üçtür: Konuştuğu zaman yalan söyler. Vaad ederse vaadinden döner. Emânete hıyânet eder.” [2]
- Hadis: Davete İcâbet Etmek
إِئْتُوا الدَّعْوَةَ إِذَا دُعِيتُمْ.
“Davet edildiğinizde icâbet ediniz, yani davete gidiniz.” [3]
Davete icabet, kardeşlik vazifelerinin önemlilerindendir. Kardeşliğin gerektirdiği şeyleri yapmayı ise bize Kur’an-ı Kerîm emretmektedir. Öyledir ama aah! Rütbe, haysiyet, servet, kudret ve imtiyaz, adamı aslî yaratılışındaki sâdelikte, güzellikte bırakıyor mu? İşin gerçeğinden haberdâr olanlar ve onu bilenler olarak zengine ve fakire aynı gözle baksak bile, “Bir fakirin gecekondusuna gitmiş ve haysiyetini ihlâl eylemiş” diye akranlarımız ve emsâllerimiz tarafından eleştirilme korkusu, tereddüde ve yeniden düşünüp hesaplar yapmamıza sebep olur.
Eşyanın hakîkatini anlamamızı sağlayan, her yer ve zamanda rehberimiz olan ilâhî emri benimsemiş olmamıza rağmen, göreneğe uyup da çocukça bir takım temayüller ve aptalca hesaplarla avunmak yahut “Ben büyüğüm, vakarlı olmalıyım.” diye kendi kendine aldanmaktan büyük akılsızlık mı olur? Tevâzuun fazîletini, hakîkati görebilmenin güzelliğini vehme dayanan bir göreneğe feda edip de ondan sonra da ilimden, hikmetten, âlemin ve âdemin kanunundan bahsetmek, bizim gibi füzûli işlerle meşgul olduğu bilinen insanlardan başka hangi mahlûkun işidir? Rehberimiz Seyyidü’l-Vücud Efendimiz Hazretleri, kendisine tâbi olan mübarek insanları çocukça tutumlardan menederek onların halîm, kerîm, mütevâzı, elhâsıl gerçekten büyük insan olmalarını emrediyor. Salât ve selam onun üzerine olsun!
Bu hadis-i şeriften, “idarecilerin iyi maksatlarla yaptıkları davet ve tekliflere icabet etmenin gerekli olduğu” sonucu da çıkmaktadır.
Mehmed Ârif Bey, BİNBİR HADÎS-İ ŞERİF ŞERHİ (Haz. Prof. Dr. Selahattin Yıldırım), İstanbul: Dârülhadis, 2013, s. 11-13.
Tüm hakları saklıdır. İzinsiz kullanmayınız.
[1] Suyûtî, hadisi Hz. Aişe kanalıyla Ebû Ya’lâ’nın Müsned’inden, İbn Sa’d’ın Tabakât’ından ve İbn Hibbân’ın Sahîh’inden nakletmiş ve sıhhati hakkında herhangi bir rumuz kullanmamıştır. Ancak Münâvî, Suyûtî’nin hadisi tariklerinin çokluğu sebebiyle hasen olarak değerlendirdiğini söylemiştir. Beyhakî ise =فإنما أنا عبدBen ancak bir kulum cümlesi ilavesiyle vermiştir. Suyûtî, hadisin İbn Hibbân’ın Sahîh’inde de yer aldığını söylemişse de burada bulunmadığını gördük. Münâvî, Feydu’l-Kadîr, I, no: 14. Diğer kaynaklar için bk. Beyhakî, Şu’abu’l-Îmân, V, 107, no: 5975; Beğavî, Şerhü’s-Sünne, III, 187; Heysemî, Mecma’u’z-Zevâid, IX, 19. İbn Sa’d, Tabakâtu’l-Kubrâ, I, 257; Ebû Ya’lâ, Müsned, VIII, no: 4920; Ahmed b. Hanbel, Kitâbu’z-Zühd, s. 11; Ebû Nuaym, Ahbâru Isbahân, II, 273; Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, I, 18, no: 15. Hadisi, Albanî Hz. Aişe kanalıyla vermiş ve sahih olarak nitlemiştir: Sahîhu’l-Câmi, I, 7, no: 7. Hadis Beyhakî’nin “es-Sünenü’l-Kübrâ”sında (VII, 462, h. No: 14651) şu şekilde yer almaktadır:
أَخْبَرَنَا أَبُو عَبْدِ اللَّهِ الْحَافِظُ أَخْبَرَنَا أَبُو بَكْرٍ أَحْمَدُ بْنُ سَلْمَانَ الْفَقِيهُ حَدَّثَنَا الْحَسَنُ بْنُ سَلاَّمٍ حَدَّثَنَا أَبُو نُعَيْمٍ حَدَّثَنَا مِسْعَرٌ عَنْ عَلِىِّ بْنِ الأَقْمَرِ قَالَ سَمِعْتُ أَبَا جُحَيْفَةَ يَقُولُ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- :« لاَ آكُلُ مُتَّكِئًا ». رَوَاهُ الْبُخَارِىُّ فِى الصَّحِيحِ عَنْ أَبِى نُعَيْمٍ. {ق} قَالَ الشَّيْخُ قَالَ أَبُو سُلَيْمَانَ الْخَطَّابِىُّ رَحِمَهُ اللَّهُ : الْمُتَّكِئُ هَا هُنَا هُوَ الْمُعْتَمِدُ عَلَى الْوِطَاءِ الَّذِى تَحْتَهُ وَهُوَ الَّذِى أَوْكَأَ مِقْعَدَتَهُ وَشَدَّهَا بِالْقُعُودِ عَلَى الْوِطَاءِ الَّذِى تَحْتَهُ يَعْنِى أَنِّى إِذَا أَكَلْتُ لَمْ أَقْعُدْ مُتَّكِئًا عَلَى الأَوْطِئَةِ وَالْوَسَائِدِ فِعْلَ مَنْ يُرِيدُ أَنْ يَسْتَكْثِرَ وَلَكِنِّى آكُلُ عُلْقَةً فَيَكُونُ قُعُودِى مُسْتَوْفِزًا لَهُ. {ت} وَرُوِىَ أَنَّهُ كَانَ يَأْكُلُ مُقْعِيًا وَيَقُولُ :« أَنَا عَبْدٌ آكُلُ كَمَا يَأْكُلُ الْعَبْدُ ».
Abdurrezzak’ın “el-Musannef”inde Ma’mer kanalıyla: آكل كما يأكل العبد وأجلس كما يجلس العبد فإنما أنا عبد şeklinde verilmektedir.
[2] Münâvî, Feydu’l-Kadîr, I, no: 25. Diğer kaynaklar için bk. Buhârî, Îmân 24, Şehâdet 28, Vesâyâ 8, Edeb 69; Müslim, Îmân 107-108; Tirmizî’de bu hadisin aynı hali Ebû Hüreyre kanalıyla gelmektedir. Burada mezkur hadis hasen garîb olarak değerlendirilmektedir: Tirmizî, Îmân 14; Nesâî, Îmân 20; Beyhakî, es-Sünenü’l-Kübrâ, X, 330, no: 20819; Beyhakî, Şu’abu’l-Îmân, IV, 206, no: 4803; Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, I, 21, no: 22. Albanî’de bu hadisin aynı hali sahih olarak Ebû Hüreyre kanalıyla gelmektedir: Albanî, Sahîhu ve Daîfu’l-Câmi, I, 16, no: 16. Hadis, Müslim’de (İman, 109): حَدَّثَنَا عُقْبَةُ بْنُ مُكْرَمٍ الْعَمِّىُّ حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ مُحَمَّدِ بْنِ قَيْسٍ أَبُو زُكَيْرٍ قَالَ سَمِعْتُ الْعَلاَءَ بْنَ عَبْدِ الرَّحْمَنِ يُحَدِّثُ بِهَذَا الإِسْنَادِ وَقَالَ « آيَةُ الْمُنَافِقِ ثَلاَثٌ وَإِنْ صَامَ وَصَلَّى وَزَعَمَ أَنَّهُ مُسْلِمٌ » ilavesiyle verilmektedir.
[3] Münâvî, Feydu’l-Kadîr, I, no: 31. Diğer kaynaklar için bk. Buhârî, Nikâh 74; Müslim, Nikâh 99, 102, 103; Tirmizî’de bu hadisin aynı hali Abdullah b. Ömer kanalıyla gelmektedir. Burada hadis hasen sahih olarak değerlendirilmektedir: Tirmizî, Nikâh 11; Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 68, 127; İbn Hibbân, Sahîh, XII, 100. Albanî’de bu hadisin aynı hali sahih olarak Abdullah b. Ömer kanalıyla gelmektedir: Albanî, Sahîhu’l-Câmi, I, 20, no: 20.