آفَةُ الدِّينِ ثَلاَثَةٌ: فَقِيهٌ فَاجِرٌ، وَ إِمَامٌ جَائِرٌ، وَ مُجْتَهِدٌ جَاهِلٌ
“Dinin âfeti üçtür: Birincisi fısk ve fücûr ile tanınan fıkıh âlimi, ikincisi cefâ ve zulmü âdet hâline getiren devlet başkanı, üçüncüsü cahil olduğu halde çalışıp çabalayan, yani ne yaptığından haberi olmayan iş bilmez insandır.” [1]
Çünkü ilk ikisi İslâm toplumunun varlığına, varlığının devamına zarar verecek ve bu zarar da ümmetin işlerini bozacak derecede etkili olacaktır. Bu ikisi, bundan dolayı âfettir.
Üçüncüye gelince; bunlar “câhil müctehid”lerdir. Dinin, dünyanın ve zamanın gerektirdiği şeyleri bilmeksizin boş yere çalışıp çabalayan, sonunda da yorgunluktan başka elinde sermaye kalmayan zayıf akıllı kimselere “cahil müctehid” denir. Çünkü her amel bir maksada yöneliktir. Bu maksat ise dünyada veya âhirette bir fayda temin etmektir. İkisine birden faydası olmazsa, o gayret ve amel doğal olarak bir neticeye varamayacağından, sahibinin dünya ve âhirette eli boş kalmasına yol açar ki, insan için, din için bundan daha büyük bir âfet nasıl düşünülebilir!
Halk eder dad u sited biz pürtelâş u bî-nasîb
Çârsû-yı âlemin bir onmadık dellâlıyız.[2]
İlmin Âfetleri
آفَةُ الْعِلْمِ النِّسْيَانُ، وَإِضَاعَتُهُ أَنْ تُحَدِّثَ بِهِ غَيْرَ أَهْلِهِ
“İlmin afeti unutmaktır, zayi edilmesi ise ilmi ehil olmayanlara da okutmaktır.” [3]
Bilgi sahibi olmayı hak etmeyen bozuk ahlaklı kimselerin cahil kalmaları, ilimle uğraşmalarından daha hayırlıdır. Zîra mayası bozuk olanlar bir de ilim ve anlayış sahibi olurlarsa, bozuk tabiatları gereği, âlemin düzelmesine değil bozulmasına alet olurlar. Meşhurdur ki, ilim insanın kendi özünün cilası hükmündedir. Yoksa onun özünü esasen değiştiremez. Korkaklık, bayağılık, hırs, kibir, öfkelenme, sonunu düşünmeden bir işe saldırma, gazap ve şiddetle hücum, cimrilik, intikam gibi kötü özelliklerin sahipleri ilim tahsil ederlerse fenalıkları artar. Özü iyi olan kimselerin ise, ilmî terbiyeyle kıymet ve iyilikleri artar.
Hele bu kötü kimseler din âlimi kılığında iseler zararları kat be-kat artar. Din adamı olan kimseler mutlaka takva veya gönül zenginliği gibi güzel huylardan birine sahip olmalıdırlar. Aksi halde toplumun bozulmasına sebep olurlar. Az bir menfaat veya bir kin uğruna, kelimelerin yerlerini değiştirebilir ve onları maksadını aşacak şekilde kendilerine göre yorumlayabilirler. Dolayısıyla bunların, dinin esasını, Hz. Peygamber’in şerîatını ve toplumun ahlâkını bozmaları ihtimali herkesten daha çoktur.
Kötü tabiatlı kimseler; küçüklük, acizlik, fakirlik ve zayıflık gibi ârızî hallerle iç yüzlerini gizlediklerinden, ilim tahsiline başlarken bunların farkına varılması mümkün değildir. Hadîs-i şerîften üstü kapalı olarak, üzüntü ifade eden şu mana anlaşılır: Keşke mümkün olsaydı da bu gibi kimselere ilim tahsil ettirilmeseydi!
Mehmed Ârif Bey, BİNBİR HADÎS-İ ŞERİF ŞERHİ (Haz. Prof. Dr. Selahattin Yıldırım), İstanbul: Dârülhadis, 2013, s. 10-11.
Tüm hakları saklıdır. İzinsiz kullanmayınız.
[1] Suyûtî, hadisi İbn Abbas kanalıyla Deylemî’nin Müsnedü’l-Firdevs’inden tahric etmiştir. Münâvî’nin verdiği bilgiye göre Deylemî hadisi Nehşel’den, o Dahhâk’tan, o da İbn Abbas’tan rivayet etmiş, Ebû Nuaym de Nehşel tarikiyle aynı senedle tahric etmiştir. Zehebî, Nehşel’i zayıf raviler arasında zikretmiştir. İbn Râhûye, Nehşel’in yalan söylediğini söylerken, Dahhâk’ın ise İbn Abbas ile görüşmediğini söylemiştir. Bundan dolayı da Suyûtî Dürerü’l-Bihâr’da hadisin senedinin vâhî olduğunu söylemiştir. Münâvî, Feydu’l-Kadîr, I, no: 11; Diğer kaynaklar için bk. Taberânî, el-Mu’cemul-Kebîr, III, 69; Heysemî, Mecma’u’z-Zevâid, X, 283; Deylemî, Müsnedü’ş-Şihâb, I, 1, 77; Ebû Nuaym, Ahbâru Isbahân, II, 328; Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, 1, 17. Hadisi, Albanî aynı lafızla vermiş ve zayıf olarak nitelemiştir. bk. Daîfu’l-Câmi, III, 21, no: 1021.
[2] Halk alış-veriş eder, biz telaş içinde nasipsiziz; Âlem çarşısının eli boş bir dellâlıyız. Halk bu dünya çarşısında faydalı bir şeyler yapıyor. Biz ise eli boş kalan bir dellâl gibi boş yere telaş edip ömrümüzü tüketiyoruz.
[3] Suyûtî, hadisi A’meş kanalıyla İbn Ebî Şeybe’nin el-Musannef’inden tahric etmiş, merfu ve mu’dal, yani zayıf olduğunu bildirmiştir. Münâvî, Suyûtî’nin kaynak için sadece İbn Ebî Şeybe’nin el-Musannef’ini vermiş olmasını tenkit etmiş ve hadisi takviye etmek için kaynaklarını çoğaltmasının gerekli olduğuna işaret etmiştir. Münâvî, Feydu’l-Kadîr, I, no: 12. Diğer kaynaklar için bk. Dârimî, Mukaddime 51; Suyutî, el-Mu’cemu’l-Kebîr, IV, 226; İbn Ebî Şeybe, el-Musannef, VI, 121; İbn Adiy, el-Kâmil fi’d-Du’afâ’, I, 38. Hadisi, Albanî aynı lafızla vermiş ve zayıf olarak nitelemiştir. Bk. Daîfu’l-Câmi, III, 23, no: 1023. Hadis daha uzun şekliyle, Suyûtî’nin “Câmiu‘l-Ehâdîs”inde şu şekilde yer almaktadır:
آفة العلم النسيان ، وآفة الحلم السفه ، وآفة العبادة الفترة ، وآفة الظرف الصلف ، وآفة الشجاعة البغى ، وآفة السماحة المن ، وآفة الجمال الخيلاء ، وآفة الحسب الفخر . وسمعت رسول الله – صلى الله عليه وسلم – يقول : ينبغى للعاقل إذا كان عاقلا أن يكون له من النهار أربع ساعات : ساعة يناجى فيها ربه جل جلاله ، وساعة يحاسب فيها نفسه ، وساعة يأتى فيها أهل العلم الذين يبصرونه أمر دينه وينصحونه ، وساعة يخلى فيها بين نفسه ولذتها من أمر الدنيا فيما يحل ويجمل ، وينبغى أن لا يكون شاخصا إلا فى ثلاث : مرمة لمعاش ، أو خلوة لمعاد . أو لذة فى غير محرم ، وينبغى للعاقل أن يكون فى شأنه ، فيحفظ فرجه ولسانه ويعرف أهل زمانه ، والعلم خليل الرجل . والعقل دليله ، والحلم وزيره ، والعمل قرينه ، والصبر أمير جنوده ، والرفق والده ، واليسر أخوه ، يا بنى لا تستخفن برجل تراه أبدا ، إن كان أكبر منك فعد أنه أبوك وإن كان منك فهو أخوك ، وإن كان أصغر منك فاحسب أنه ابنك