Hadis: İnsanî İhtiyaçlar ve Kanaat

 

اِبْنَ آدَمَ عِنْدَكَ مَا يَكْفِيكَ وَأَنْتَ تَطْلُبُ مَا يُطْغِيكَ٬ اِبْنَ آدَمَ لاَ بِقَلِيلٍ تَقْنَعُ وَلاَ بِكَثِيرٍ تَشْبَعُ٬ اِبْنَ آدَمَ إِذَا أَصْبَحْتَ مُعَافِيً جَسَدُكَ آمِنًا فِي سِرْبِكَ عِنْدَكَ قُوتُ يَوْمِكَ فَعَلَى الدُّنْيَا العَفَاءُ

 “Ey Âdemoğlu! Sana yetecek kadar geçimliğin mevcut olduğu hâlde, seni azdırmak için fazlasını istersin. Âdemoğlu! Ne aza kanaat edersin ne de çok ile doyarsın. Âdemoğlu! Vücûdunu âfiyette, bedenini emniyet ve selâmette ve günlük azığını da beraberinde bulduğun zaman, varsın seni azdıran ve saptıran dünyanın başına kıyâmet kopsun![1]

Buradaki “dünya” tabirinden, “sen işini hallet de, senden başkaları ne olursa olsun” gibi anlatılmak istenene uzak bir fikre sapılmasın. Yahut, “miskinliği tercih et de otur, toplumu varlığından istifade ettirme” manası da çıkarılmasın. Mu­ham­med ümmetinin nâçiz mizacının böyle bir hali uygun görmesi mümkün müdür? Zira, aşağıda pek çok yerde gelecektir ki, kendi nefsin için sevdiğin şeyi diğer insanlar için sevmezsen, îmânın tam olmaz! Nebiyy‑i Ekrem Efendimiz bir başka hadîs-i şerifleriyle, tembellik ve başkalarına muhtaç olmaktan Allah’a sığınmışlardır.

Şu hâlde burada dünya derken kast edilen, senden başkaları ve âlem demek değildir. Dünyadan maksat, sıhhatin ve günlük yiyeceğin mevcut iken seni meşgul ve rahatsız eden bitmez tükenmez emellerle –ki olmayacak şeylere göz dikmenden, hırs ve boş isteklere kapılmandan ibarettir- meşgul olmaman; onları terk edip, varsın o bitmez tükenmez emellerin ve beni Hak ile meşgul olmaktan men eden şeylerin başına kıyâmet kopsun, demendir. Bu, dış saldırılardan emîn, sâlim ve huzurlu olan bir kavmin hikmet ve basîret ehli kimseleri için her halükarda uyulması zorunlu olan bir serbestlik kanunudur. Fakat, toplumsal durumumuz açısından bugünümüzü ve geleceğimizi tehdit eden tehlikelerle yüz yüze iken zararların ve kötülüklerin defi, menfaat ve faydaların elde edilmesinden daha önce gelir şeklindeki genel kâideye uymamız gerektiği bilinmektedir. Durum böyleyken, herkesin kanaati tercih edip de inzivâya çekilmesi doğru değildir. Böyle hâller, ecel sebebiyle ölüm gelmeden önce varlığını isteyerek -bir bakıma- yok eden geçmişteki sûfîlere yakışırdı ki, onlar İslâ­m’ın mükemmel olarak yaşandığı dönemlerde asrın hükmüne göre şöhret bulup itibar görmüşlerdi. Onların asrı, millî varlık binasını altüst edecek inkilâp sarsıntısından uzaktı. Onların zamanında, milletin hukûkunu müdâ­fa için her ferde vazife düşmüyordu.

Şimdi ise durum tam tersinedir. Hepimiz devleti ayakta tutacak esaslara hakkıyla, dört elle sarılmak ve yıkılmaya yüz tutmuş olan bu azîz binayı ne şekilde olursa olsun doğrultmak vazîfesiyle mükellefiz. Batı’nın gün geçtikçe yenilenen medeniyet tarzı, insanlarının günden güne değişen yaşayış ve birlikte çalışma şekli, dünya işlerini başka bir şekle koydu. Sanayi ise onlarda pek ileri gitti. Vaktiyle ezici gücümüz, kılıcımız ve gâlibiyetimiz nedeniyle cizye veren milletler, şimdi güç ve kuvvet toplayarak, kendisinin galibiyetini sağlayacak sebepleri fazlasıyla temîn ettiler: Vapurlar, demiryolları, postalar, telgraflar gibi değişik araçlar elde ettiler. Coğrafi konumlarına göre onlara bağlı olduğumuzdan, şimdi, sizinki sizde, bizimki bizde deyip de yan gelip yatmaya vakit ve yer kalmadı.

Zaman başka bir hâl aldı. Fetihler çağı onlara geçti. Biz doğuluları, Afrika ve Amerika gibi vahşi milletler arasında sayarak memleketle­rimize çöreklenmek, bizi yok etmek, bu müm­kün olamazsa azar azar zamana yedirip bizleri buhara dönüştürmek istiyorlar. Düşmanlarımızın, üzeri­mize belâ korkuları indirmek niyet ve gayretiyle balonlarla havaya yükselmek istedikleri ve hareketimize engel olmak için şimendiferle yol almayı az görüp daha da ileri gitmeye çalıştıkları bir asırda, deve kervânıyla yola çıkılmaz. Onların süratine uygun bir süratle ilerlememiz lâzımdır ki, savunmamızın vesilelerini makul bir düzeyde hazırlamış olalım. Yoksa “وَأَعِدُّوا لَهُمْ مَا إسْتَطَعْتُمْ مِنْ قُوَّةٍ”[2] rabbânî emrinin tersi bir yol tutarak miskinlik göstermiş ve düşkünlüğü kabul etmiş oluruz. Bu çaresiz hâl ile Resûl‑i Ekrem Efendimiz Hazretleri’ne karşı da mes‘ûl ve suçlu oluruz.

Kanâat iyi şeydir, lâkin cemiyetimizin bugününü ve geleceğini temin ettikten sonra! Yoksa zamanın sürekli olarak ileri sevk ettiği milletlerin hallerinden habersiz olup da “kanaatkârlık ediyorum” diye uzlete çekilmek ve toplumdan uzaklaşmak, din kardeşlerine faydalı olmamak ve o meskenet halini de Allah’ın rızasına uygun bilerek ondan da manevî bir fayda ve rûhânî feyiz beklemek, tutuşmuş bir hâne içinde “kulluk yapıyorum” diye itikafa girip cayır cayır yanmaya benzer. Bu hâle kulluk demek­tense, dinen ve aklen nefret edilen, kötülenen ve akıl­daki bozukluktan doğan intihar nâmını vermek daha doğrudur. Şimdi zaman bize, “فَاعْتَدُّوا عَلَيْهِمْ بِمِثْلِ مَا إعْتَدَّى عَلَيْكُمْ”[3] ilâhî emriyle hareketi emrediyor.

Elhâsıl, bugün bize gereken devlet ve İslâm ümmetinin selâmeti için ne gerekiyorsa onu yapmaktır. Varlığımızla o yüce gayeye yönelerek her sınıfımız, bulun­duğu durumla yetinmeyip o yüce maksada doğru koşar adımlarla ilerlemelidir. Yani ulemâ, mevcûdi­yetinin devamına dair ilmini; asker, zamanın ihtiyâcına göre harp sanatını; çiftçi, ziraatini; tüccar, ticaretini; esnâf, bulunduğu zanaate ait sanatını; sermâye sahipleri de, meşrû bir şekilde elde etmiş oldukları bolluk ve serveti; sözün kısası, her fert, mükellef olduğu işin gereklerini yaparak seviyesini mümkün olduğu kadar ilerletmeli ve toplumumuzun siyasi hayatını muhafazaya yetecek kuv­veti tedârik etmeye çalışmalıdır. Böyle yaparsak, bütün ibadetlerin en üstünü olan cihad faziletini barış zamanında kazanır ve güvenlik sermayesini de elde etmiş oluruz. Böyle bir yüce niyetle çalışan her Türk’ün,  nefesi sayısınca ecir ve hasenâta nail olacağında şüphe yok­tur. Çünkü “إِنَّمَا الأَعْمَالُ بِالنِّيَّاتِ” hadîs-i şerifini yuka­rıda görmüştük. Âlemdeki “الحُكْمُ لِلْغَالِبِ” [Hüküm galip olanındır] kâidesi en eski ve en geçerli kâide olduğuna göre, tersini yaparak kurtuluş ummak ve beklemek boşunadır.

Vâkıa bu ilerleme fikrinin varlığıyla birlikte, çoklukta birliği, toplum içinde yalnız kalmayı başarabilecek büyüklerin de içimizde var olabile­ce­ğini رِجَالٌ لاَ تُلْهِيهِمْ تِجَارَةٌ وَلاَ بَيْعٌ عَنْ ذِكْرِ اللهِ”[4] âyet‑i celîlesi müjdeliyor ve teminat altına alıyor ise de, kardeşlerimizin çoğunluğunun “hem kanaatkar, hem de kudret, servet ve bolluk sahibi olabilmek için çalışmak” şeklindeki ezeli arzularını korumaları ve bunun yanında dünya ve ahiret saadetlerinin her ikisine de birden sahip olmaları başaramayacakları bir durum değildir. Servetimizi, ticaretimizi hayırlı niyetler için harcadığımız takdirde de, hareket­le­ri­mizi bu hadîs-i şerifin ifade ettiği manalara yine uydurmuş oluruz.

“الْقَناَعَةُ كَنْزٌ لاَ يَفْنَى”[5] hikmetli sözünü diline tesbih eden bir hikmet sahibine karşılık gerçek bir alim, bir mütefekkir de “لَكِنْ بَعْدَ المَطْعَمِ وَالمَلْبَسِ وَالسُّكْنَى” [fakat yedikten, giydikten ve geceledikten sonra] cümlesini zikretmiştir. Hakî­kat­te de öyle değil mi? İhtiyaçların giderilmemesi hâlinde insan, değil söyleye­cek sözünü, kendisini bile kaybeder. Âlim iken câhil, kalbi kuvvetli biri iken zayıf iradeli biri olur. Nitekim; “Ân ki Şîrân râ koned rûbe mizâc/ İhtiyacest, ihtiyâcest, ihtiyâc[6] beyti genelde ve özelde geçerli bir düstûrdur.

Cenâb-ı Hak, cümle ümmet‑i Muhammed’e iki dünya selâmetini getirecek amel ve fiilleri işlemeyi nasib etsin!

————————————————————————————————————————————————————————————————————————————————————

Mehmed Ârif Bey, BİNBİR HADÎS-İ ŞERİF ŞERHİ (Haz. Prof. Dr. Selahattin Yıldırım), İstanbul: Dârülhadis, 2013, s. 17-20.

[1] Suyûtî İbn Ömer tarafından rivayet edilen bu hadisi, Beyhakî’nin Şuabu’l-Îmân’ı ile İbn Adiy’in el-Kâmil’inden tahric etmiş ve sahih olarak rumuzlandırmıştır. Münâvî, hadisin sıhhati hakkında yaptığı değerlendirmede şunları söylemiştir: “Hatîb Bağdâdî, Ebû Nuaym, İbn Asâkir ve İbn Neccâr da İbn Ömer kanalıyla rivayet etmişlerdir. Musannif Suyûtî’nin hadisi İbn Adiy’den nakletmesi, İbn Adiy’in da bu konuda bir şey söylememesi, hadisin sahih olduğu anlamına gelmez. Tam tersine İbn Adiy, hadisin senedinde yer alan Ebû Bekir ed-Dâhirî’nin yalancılıkla itham edilen ve metruk ravilerden biri olduğu söylenmiştir. Zehebî ise, bu zatın hadis uydurmakla itham edildiğini ifade etmiştir.” İbn Hacer de buna benzer şeyler söylemektedir. Kaynaklar için bkz. Taberânî, el-Mucemu’l-Evsat, VIII, 361; Beyhakî, Şuabu’l-Îmân, VII, 294, h. no: 10360; Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, X, 289; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliya, VI, 98; İbn Adiy, el-Kâmil fi’d-Duafâ, IV, 140; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, V, 282; Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, I, h. no: 65.

[2]Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet hazırlayın.” Enfâl, 8/60. Ukbe b. Âmir’den (r.a) rivayet edildiğine göre, Resûl-i Ekrem Efendimiz âyetin açıklaması hakkında şöyle buyurdu: “ألا إن القوة الرمى، ألا إن القوة الرمى ألا إن القوة الرمى” (Âgâh olun! Kuvvet, atmaktır). Kaynaklar için bkz. Müslim, İmâre 167; Ebû Dâvûd, Cihad 23; Tirmizî, Tefsir 9/5; İbn Mâce, Cihad 19; Dârimî, Cihad 14; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 157.

[3]Kim size saldırırsa, size saldırdığı gibi siz de ona saldırın.” Bakara, 2/194.

[4]Birtakım kimseler vardır ki hiçbir ticaret ve alışveriş onları, Allah’ı anmaktan, namazı kılmaktan, zekâtı vermekten alıkoymaz.” Nûr, 24/37.

[5]Kanaat bitmeyen bir hazinedir”. Suyûtî hadisi, Kudâî’nin Müsnedü’ş-Şihâb’ından, Enes kanalıyla “zayıf” olarak “القناعة مال لا ينفد” lafzıyla naklederken, aynı şekilde Deylemî’nin de hadisi Müsnedü’l-Firdevs’inde tahric ettiğini söyler. Hadisin senedinde Hallâd b. İsa es-Saffâr vardır. Taberânî de mezkur hadisi el-Mucemu’l-Evsat’ında Câbir kanalıyla, “القناعة مال لا ينفد وكنز لا يفنى” ziyadesiyle nakletmiştir. Zehebî, isnadının vâhî olduğunu ifade etmiştir. Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, IV, 6193. Aclûnî hadisi, Taberânî ve el-Askerî’nin Câbir kanalıyla “القناعة مال لا ينفد وكنز لا يفنى” şeklinde, el-Kudâî’nin ise, Enes kanalıyla, sonunda “وكنز لا يفنى” ifadesi olmaksızın naklettiğini söyler. Zehebî, hadisin isnadının vâhî (zayıf) olduğunu ve “القناعة كنز لا يفنى” metniyle meşhur olduğunu aktarır. Keşfu’l-Hafâ’nın dipnotunda muhakkık, Heysemî’den naklen, Taberânî’nin senedindeki, Hâlid b. İsmail el-Mahzûmî’nin metruk olduğunu aktarır. Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, II, 102, h. no: 1900. Diğer kaynaklar için bkz. Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, X, 256; Beyhakî, Kitâbu’z-Zühdi’l-Kebîr, s. 88; Münzirî, et-Terğîb ve’t-Terhîb, I, 335; Deylemî, Müsnedü’l-Firdevs, III, 236, h. no: 4699.

[6] Aslanları tilki yapan İhtiyaçtır, ihtiyaçtır, ihtiyaç.