أَتاَنِى جِبْرِيلُ فَقَالَ: ياَ مُحَمَّدُ، عِشْ ماَ شِئْتَ فَإِنَّكَ مَيِّتٌ، وَ أَحْبِبْ مَنْ شِئْتَ فَإِنَّكَ مُفاَرِقُهُ، وَاعْمَلْ ماَ شِئْتَ فَإِنَّكَ مَجْزِيٌّ بِهِ٬ وَاعْلَمْ أَنَّ شَرَفَ الْمُؤْمِنِ قِياَمُهُ بِاللَّيْلِ، وَعِزَّهُ اسْتِغْناَؤُهُ عَنِ النَّاسِ
“Hz. Cibril-i emin bana gelerek dedi ki: Ya Muhammed! İstediğin gibi yaşa, sonunda öleceksin. Dilediğini sev, sonunda ayrılacaksın. Arzu ettiğini yap, neticesinde karşılığını göreceksin. Bil ki; müminin şerefi gece ibadet etmesi, izzeti ise insanlardan bir şey istememesidir.”[1]
Ümmete bazı şeyleri öğretmek için konulan temel kurallardan birisi de bu hadîs-i şeriftir. Madem ki sonunda öleceğiz, bu ilâhî ziyafet diyarından amellerin karşılığının verildiği bir diyara naklolacağız, oranın usûl ve kâideleri de bu ilk öğretim diyarındaki kazandıklarımızın karşılığını görmekten ibarettir, o halde istediğimiz gibi yaşayalım, beğendiğimizi sevelim, neticesi ayrılıktır. Akıllı kimse, böyle yerde kendini selâmete erdirecek bir hareket planı belirleyebilir. Diğer bir tabirle şöyle denilebilir: Fahr-i Âlem (s.a.v) Efendimiz Hazretleri, orta okul talebesi hükmünde bulunan ümmet ve ashâbına buyuruyorlar ki: “Oğullarım! Yarın idadî/lise mektebine geçeceksiniz. Buradaki dersler orada yoktur. Hesaplıca davranınız! Burada dört işlemi bilmezseniz oranın matematik ve geometrisinden haberiniz olmaz. Burada hiçbir şey anlamadıysanız oradaki programın içeriğinden katiyyen istifade edemezsiniz. Tekrar orta okula gelip dersleri öğrenmeye yaşınız müsait olsa bile, kanun buna müsait değildir. Madem ki sonuçta bu mektepten ayrılıp gideceksiniz, madem ki buradaki derslerinizi öğrenemediğiniz zaman orada hiçbir şey anlamayacaksınız, artık şimdi bulunduğunuz orta okulda istediğiniz gibi hareket edebilirsiniz. İster derslerinize çalışınız, ister oyunlara dalıp haylazlıkla vaktinizi geçiriniz. Dilediğinizi yapmakta serbestsiniz. Yalnız şu kadarını da söyleyeyim ki, gecenin son vaktinde ibadetle meşgul olursanız ve bu âlemde bulundukça hiç kimseden bir şey istemeyerek zamanınızı geçirirseniz, şeref ve izzetiniz olur.”
————————————————————————————————————————
Mehmed Ârif Bey, BİNBİR HADÎS-İ ŞERİF ŞERHİ (Prof. Dr. Selahattin Yıldırım), İstanbul: Dârülhadis, 2013, s. 22-23.
[1] Suyûtî, bu hadisi Şirâzî’nin Kitâbu’l-Elkâb ve’l-Künâ’sından, Hâkim’in, el-Müstedrek’inden ve Beyhakî’nin, Şuabu’l-Îmân’ından Sehl b. Sa‘d kanalıyla; Beyhakî’nin Şuabu’l-Îmân’ından Câbir kanalıyla; Ebû Nuaym’ın Hilyetü’l-Evliya’sından ise Hz. Ali kanalıyla sahih olarak nakletmiştir. Münâvi hadisi şöyle değerlendirmektedir: “Şirâzî, hadisi; İsmail b. Zâfir b. Süleyman – Muhammed b. Uyeyne – Ebû Hâzim – Sehl b. Sa’d senediyle sevkeder. Hâkim ise; İsa b. Subh – Zâfir senediyle nakleder. Beyhakî’nin senedi ise Muhammed b. Humeyd – İsa b. Subh – Zâfir – İbn Uyeyne – Ebû Hâzim – Sehl b. Sa’d b. Mâlik el-Hazrecî es-Sâ’idî şeklindedir. Hadis için, Hâkim sahihtir demiş, Zehebî de et-Telhîs’inde ona muvafakat etmiştir. Bununla birlikte Zâfir ve diğerleri ed-Duafâ’da yer almışlardır. Beyhakî’nin senedi Ebû Dâvûd et-Tayâlisî – Hasan b. Ebû Cafer – Ebu’z-Zübeyr – Câbir şeklindedir. Ebû Nuaym’ın senedi ise Muhammed b. Ömer – Muhammed b. Hasan ve Ali b. el-Velîd -her ikisi- Ali b. Hafs b. Ömer – Hasan b. Hüseyin b. Zeyd b. Ali – babası – Ali b. Hüseyin – Hasan – Ali b. Ebû Tâlib şeklindedir. İbn Hacer, Emâlî’sinde, Hâkim’in hadisi, İsa b. Subh – Zâfir tarikiyle tahric ettiğini ve hakkında sahih değerlendirmesinde bulunduğunu belirtir. Beyhakî’nin ise İbn Humeyd – Zâfir tarikiyle rivayetinde teferrüd ettiğini, Zâfir’in sadûk derecesinde olduğunu ancak vehminin çok olduğunu nakleder. Zâfir’den rivayet edenler hususunda ise ihtilaf söz konusudur. İbnu’l-Cevzî onu vâhî saymıştır. Doğrusu, Zâfir’in hadis uyduranlardan olmaması ve hadisin sıhhatine hükmedilmeyip hasen sayılmasıdır. Irâkî, er-Reddu ale’s-Sağânî’de ve Münzirî, et-Terğîb ve’t-Terhîb’inde hadisin hasen olduğunu belirtirler. Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, I, h. no: 89. Diğer kaynaklar için bkz. Taberânî, el-Mucemu’l-Evsat, IV, 306; Hâkim, el-Müstedrek, IV, 325; Beyhakî, Şuabu’l-Îmân, VII, 349; Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, II, 252; Ebû Nuaym, Hilyetü’l-Evliya, III, 202, 253; İbn Receb el-Hanbelî, Câmiu’l-Ulûm ve’l-Hikem, I, 300; Münzirî, et-Terğîb ve’t-Terhîb, I, 243.