أُتْجُرُوا فيِ أَمْوَالِ الْيَتَامىَ لاَ تَأْكُلْهاَ الزَّكاَةُ

Yetimlere bakmakla yükümlü olanlara hitâben buyuruluyor ki: “Yetim malı ile ticaret yapınız ki, her sene o mallar için farz olan zekât, ana parayı yiyip bitirmesin.” [1]

Yetimlerin malını muhafaza konusunda emir ve tebliğ buyurulan bu Nebevî fermân, çeşitli Kur’ân âyetleriyle de desteklenmektedir. Ayrıntılı bilgi sahibi olmak isteyenler tefsir ve fıkıh kitaplarına müracaat edebilirler.

Şu kadar ki, İslâm’a göre yetim malı vakıf malıyla aynı kıymet ve ehemmiyete sahiptir. İkisinin de muhafazası işinde dinimiz, yetimin malını idare edene ve vakıf mütevellisine pek büyük sorumluluklar yüklemiş olduğu halde, sorumluların gevşekliklerinden, daha doğrusunu söylemek gerekirse imansızlıklarından ötürü, büyük haksızlıklara cesaret edilmiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.v), Allah’ın farz kıldığı şekilde belirlenen zekâtın ana malı mahvetmemesi için, yetim mallarının nemalandırılmasının lüzumlu olduğunu özel olarak emir ve tavsiye buyurmaktadır. Fakat bizler, o malları değil artırmak, asıl sermayesini yiyip mahvetmenin yollarını arayıp bulmuşuz.

Yetimlerin haklarını gözetmek üzere tayin edilen vasîlere emanet edilen malların mahvolup gittiğinin ilgililerce görülmesi üzerine, her memelekette şer’î hâkimlerin gözetimi altında “Eytâm (yetimler) sandıkları” oluşturduk. Yetim mallarını o sandıklara koyduk. Muhafaza ve idâresini ihtiyatlı ve kapsamlı kanunlarla birçok şahsa havale eyledik. Bu tedbirimiz de çalıp çırpan kimseleri çoğaltmaktan başka bir işe yaramadı. Çünkü, kurulan düzen kendi kendine yürümez, ancak ehil kimselerle faaliyet kazanır. İnsanların muhafazasını üstlendikleri vazifenin lâyıkıyla yerine getirilmesi de onların vicdanlı, îmânlı ve nâmuslu olmalarına bağlıdır. Cemiyetle alakalı bir işte görev alıp da şahsî menfaatlerini dikkate alan kimselerin îmân ve vicdanla ilişkileri olamaz. Yani o türlü vazife, ehline verilmezse, ümmetin işleri bozulur. Doğal olarak insan hakları ayaklar altına alınır. Ehline verilmeyen bir işin nasıl bir netice doğuracağını aşağıdaki 100. hadîs-i şerifte göreceğiz.

Böyle yerlerde her mü’min iyiliği emretse, kötülükten de nehyetse, yani mü’minler umûmî işlerde birbirinin hâl ve hareketlerini kontrol etse, özellikle de “Din samîmiyettir!” hadîs-i şerifine uyulsa, bir dereceye kadar belki iş düzelir fikri akla gelir. Fakat bu sefer de, bin türlü suistimal vücûda gelecek korkusu fikirleri karıştırmakta ve düşünmeyi yarım bıraktırmaktadır. Zira içimizdeki, o yemesin de ben yiyeyim düşüncesiyle haklı ve umûmî hakları koruyormuş gibi görünerek mahkeme mahkeme gezip dolaşan bozuk mizaçlı kişilerin varlığı, iddialarımızı isbata yeterli delildir. Bunları hangi kuvvet emniyete ve mutedil olmaya davet edecek? Hangi kuvvet bu nazenînlere İslâm kardeşliği dairesinden çıkmamalarını tavsiye etmek tehlikesini üstlenecektir?

Dile her mûyu bir ejder görünür o zülfün

Nice bin ejderi bir yerde tahayyül ne belâ [2]

Hele şu kadar yüz seneden beri çeşitli alanlarda umûmî menfaate has olan vakıf gelirlerini heder eden devlet malı hırsızlarına ne diyelim? Eski hâlimizi nasıl düzeltelim ki, gelecek nesiller için örnek olsun. Bunların, zorunlu bir ihtiyaç nedeniyle aşağılık ve eşkiyalık derecesine düşmüş bedbahtlar olduğu zannolunmasın! Bu mütevelli ashabının çoğunluğu, milletimiz nezdinde, yüksek ve saygıya layık mevki tutmuş olan büyüklerin önde gelenlerindendir. Bu kimseler, umûmî işlerimizin düzeltilmesinin gerekli olduğu görüşündedirler.

Nasıl etmeli, işin neresinden tutmalı ki, o tuttuğumuz şey bizi doğruca îmân ve İslâm’ın urvetü’l-vüskâsına yani sağlam tutacağına kadar götürsün?

Mehmed Ârif Bey, BİNBİR HADÎS-İ ŞERİF ŞERHİ (Prof. Dr. Selahattin Yıldırım), İstanbul: Dârülhadis, 2013, s. 54-56.

[1]          Suyûtî, hadisi Taberânî’nin el-Mucemu’l-Evsat’ından Enes tarikiyle tahric etmiş ve “sahih” olduğunu belirtmiştir. Suyûtî’ye göre sahih olan hadisin sıhhatiyle ilgili olarak Münâvî şunları söylemiştir: Heysemî’nin, hocası el-Irâkî’den naklettiğine göre, hadisin senedi sahihtir. İbn Hacer’e göre hadisin mütâbii vardır. İbn Hacer hadis hakkında hasen hükmünü verenlere katılmış ve şöyle demiştir: Doğru olan, Beyhakî’nin İbn Müseyyeb tarikiyle Hz. Ömer’den mevkûf olarak hadisin bir benzerini rivayet etmiş olmasıdır ve bana göre Beyhakî’nin senedi sahihtir. Kaynaklar için bkz. Dârekutnî, Sünen, II, 110; İmam Mâlik, Muvatta’, Zekât 6, no.12; Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, III, 67; Taberânî, el-Mucemu’l-Evsat, I, 298, IV, 264; Zürkânî, Şerhu’l-Muvatta’, III, 439; Mubârekfûrî, Tuhfetü’l-Ahvezî Şerhu Camii‘t-Tirmizî, III, 238; Münâvî, Feyzu’l-Kadîr, I, h. no: 96.

[2]          O zülfün her teli gönüle bir ejder görünür / Nice bin ejderi bir yerde hayal etmek ne belâ!