عن أبي هريرة رضي الله عنه قال: سمعت رسول الله صلى الله عليه وسلم يقول:
” ألا إن الدنيا ملعونةٌ ملعونٌ ما فيها إلا ذكرَ اللهِ وما والاه وعالمًا أو متعلمًا ”
ANLAMI:
Ebû Hüreyre’den (r.a) rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Dünya ve içindekiler (mel’un) değersizdir. Yalnız Allah’ı zikretmek ve O’na yaklaştıran şeylerle, ilim öğreten âlim ve öğrenmek isteyen öğrenci müstesna.”
(Kaynak: Tirmizî, Zühd 14; İbn Mâce, Zühd 3; Beyhakî, Şuabü’l-Îmân, VII, 342, no: 10513)
AÇIKLAMA:
Değersiz olarak tercüme ettiğimiz mel’un kelimesi, sözlük açısından lânete uğramış, lânetlenmiş demektir. Lânet; tard etmek, uzaklaştırmak, kovmak ve sövmek gibi anlamlara gelir. Resûlullah’ın dilinden dünyanın lânetlenmesi, onun değersiz ve kıymetsiz olduğunu ifade etmek içindir. Yoksa dünyanın lânetlenmesinin câiz olmadığını ifade eden bir bir çok hadis vardır. Sadece insanı Allah’tan uzaklaştıran şeylerin lânetlenmesi câizdir ve insanı Allah’tan uzaklaştıran her şey insanın dünyasıdır. Âlimlerden biri dünyayı tarif ederken şu veciz ifadeleri kullanmıştır: “Seni mevlânın zikrinden alı koyan her şey senin dünyandır.” Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem dünyanın değersizliğini dile getirdiği en dikkat çekici hadislerinden birinde şöyle buyurmuştur: “Eğer dünya, Allah katında bir sivrisineğin kanadı kadar değere sahip olsaydı, Allah hiçbir kâfire dünyadan bir yudum su bile içirmezdi.” (Tirmizî, Zühd 13; İbn Mâce, Zühd 3). Ne yazık ki insanların pek çoğunun gayesi ve hedefi, geçici dünyanın geçici nimetlerine düşkünlük göstermek, dünyalık elde etmek ve şehvetlerinin esiri olmaktan ileri gidememektedir. Bütün hemmü gayretleri iki idhal bir ihraçtan ibaret olan insanlar hakkında Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, bütün endişe ve düşünceleri mideleri, şerefleri dünyalıkları, kıbleleri kadınları, dinleri de dirhem ve dinarları olacaktır. İşte bunlar mahlukatın en şerlileridir, ahirette onlara hiçbir pay yoktur” (Deylemî, el-Firdevs V, 444; Aclûnî, Kerşfü’l-Hafâ (Dimaşk 200), II, 493, no: 3270).
Fakat unutmamak gerekir ki; mezar kenarlarına kadar sürüklenecek olan bu çılgın şehvet ve heves zincirinin şangırtısı bir hayat musikisi değil, bilakis insanî raydan çıkmış, ilahî himaye ve gâyeden yoksun öksüz ve perişan bir hayatın ağlayışıdır.
HİKÂYE: BİR PARÇA EKMEK UĞRUNA YÂRAB NE HİLÂLLER BATIYOR!
Rivayet edildiğine göre, Hz. İsa bir gün bir gençle yolculuğa çıkar. Biraz yürüdükten sonra önlerine bir köy çıkar. Hayli acıkmışlardır. Hz. İsa, kendisine bir miktar para vererek yol arkadaşını yiyecek bir şeyler almak için bu köye gönderir. Genç gidince ruhunu ve bedenini dinlendirmek için namaza durur. Bu sırada yol arkadaşı üç parça ekmekle geri döner. Hz. İsa’nın namazı bitirmesini bekler ancak namaz bitecek gibi değildir. Dayanamayıp ekmeklerden birini yer. Hz. İsa adamın üç parça ekmek getirdiğini görmüştür. Namazını bitirince önüne konulan ekmeklere bakıp “Bunun üçüncüsü nerde?” diye sorar. Adam yediği ekmeği inkar edip, iki ekmek getirdiğini söyler. Bu iki ekmeği aralarında bölüştürüp yerler ve yola devam ederler. Bir müddet sonra otlamakta olan bir gurup ceylan görürler. Hz.İsa onlardan birine seslenir. Ceylan bu sese uyup Hz. İsa’nın yanına gelir. Onu keser ve pişirip yerler. Hz. İsa, yol arkadaşına:
– “Bu mucizeyi sana gösteren Allah hakkı için bana söyle; üçüncü ekmek nerde?” Adam:
– “Ekmekler iki taneydi” diyerek inkar etmeye devam eder.
Kalkıp yürümeye devam ederler. Bir müddet sonra bu kez önlerine harabeye dönmüş bir şehir çıkar. Hz. İsa rabbine münacât ederek, bu şehrin başına gelen şeyleri kendisine bildirmesini ister. Allah (C.C.), kerpiçlerden birini konuşturur. Kerpiç de Hz. İsa’nın sorduğu herşeye tek tek cevap verir. Ekmek hırsızı olup bitenleri hayretle izlemektedir. Hz. İsa yol arkadaşına tekrar sorar:
– “Gördüğün bu mucize hakkı için bana söyle; üçüncü ekmeğe ne oldu?” Adam, inkar etmeye devam ederek:
– “Ekmekler iki taneydi” demekte ısrar eder.
Tekrar yürümeye başlarlar. Hayli zaman sonra önlerine büyük bir nehir çıkar. Hz. İsa yol arkadaşının elinden tutup karşıya geçirir. Adam hayret ve şaşkınlıkla “Subhânallâh” deyiverir. Hz. İsa tekrar sorar:
– “Sana bu mucizeyi gösteren hakkı için bana söyle; üçüncü ekmeği kim yedi?” Adam, bütün aymazlığıyla inkar ederek ekmeklerin iki tane olduğunda israr etmeye devam eder.
Yine yürümeye devam ederler. Bu defa harabeye dönmüş büyük bir şehre varırlar. Şehrin girişinde üç kum tepeciği vardır. Hz. İsa, “Allah’ın izniyle altına dönüşün” deyince kum tepecikleri altına dönüşür. Adam, altınları görünce sevinçle “İşte servet!” der. Hz. İsa
– “Tepeciklerden biri benim, biri senin,
diğeri de üçüncü ekmeği yiyenin olsun”, deyince adam hemen atılarak üçüncü ekmeği kendisinin yediğini itiraf eder. Hz. İsa da “Bunların hepsi senin olsun” diyerek oradan ve yalancı tamahkâr yol arkadaşından uzaklaşır.
Ekmek hırsızı, çil çil altınlarını okşayıp onları nasıl değerlendireceğinin hayalini kurarken, üç eşkiya çıkagelir. Altınlarıyla oynayan adamı yakalayıp acımasızca öldürürler. Altınların yeni sahipleri zahmetsizce kondukları bu serveti aralarında bölüşmeden önce karınlarını doyurmak için içlerinden birini en yakın yerden yiyecek bir şeyler almak üzere gönderirler. Hava tam da şeytanın beklediği bir ortama dönüşmüştür. Sahneye çıkar şeytan rolünü oynar, altınların yanındaki iki kişiye arkadaşlarını öldürüp malı ikiye bölmeyi uygun gösterirken yiyecek birşeyler almaya giden üçüncü kişiye de alacağı yiyeceklere zehir katıp onları öldürmek suretiyle malın hepsine sahip olmasını fısıldar. Adam geri döndüğünde, arkadaşları planladıkları gibi onu hemen öldürür ve malın tamamını bölüşecekleri sevinciyle gelen yemekleri yemeğe koyulurlar. Kısa sürede tesirini gösteren zehir her ikisini de öldürür.
Bir müddet sonra Hz. İsa geri dönerken son mucizesini gösterdiği bu ibret ve felaket alanına tekrar uğrar. Altına dönüşen kum tepeciklerinin etrafında aç gözlü zavallıların cesetlerini görünce, herkes için nasihat ve ibret olacak şu sözü söyler:
– “İşte dünya kendisine kul ve esir olanlara böyle yapar!”
Kaynak: (Şihabuddin Muhammed el-İbşihî, el-Müstatraf fi Kulli Fennin Müstazraf, Kahire 2006, s. 757-758.)