Hırs ve Tamah
(Dünya müminin yıldızı, kâfirin yaldızıdır)
Kanaatin zıddı olan hırs, dünyaya ve hayata aşırı bağlılıktan kaynaklanır. Aşırı tutku ve hırs, çaresi olmayan bir derttir. Dünya hayatının mahiyetini bilmeyen ve ahiret konusunda İslâm’ın öngördüğü dengeyi sağlayamayan kimseler hırs çamuruna saplanıp kalırlar. Hükemâdan biri dünyayı şöyle tarif etmiştir: “الدنيا قَنْطَرة لمن عَبَرَ وعبرة لمن إعتبر / Dünya geçip giden için köprü, düşünüp ders alan için de ibrettir.” Dünya hakkındaki en güzel tariflerden biri şöyledir: “كُلُّ مَا أَلْهَاك عَنْ مَوْلَاك فَهُوَ دُنْيَاك / Seni rabbinden alıkoyan her şey dünyandır.” Riyâzat ehlinden birisi ise şöyle demiştir: “الدنيا خمر الشيطان من سَكِر منه لم يفِق أبدا / Dünya şeytanın şarabıdır. Onu içip sarhoş olan bir daha asla ayılamaz.” Dünya müminin yıldızı, kâfirin yaldızıdır. “الدنيا سجن العاقل وحصن الغافل / Dünya akıllı insanın hapishanesi, gafil insanın kalesidir.” Dünya hakkında söylenmiş olan güzel sözlerden birisi de şudur: “الدنيا دار الغرور والآخرة دار السرور / Dünya gurur yurdu, ahiret ise sürur yurdudur.”
Hem cahiliye hem de İslâm döneminde yaşamış meşhur hatip Sahban b. Vâil bir konuşmasında şöyle demiştir: “إنَّ الدُّنْيَا دَارُ بَلاَغٍ وَالْآخِرَةَ دَارُ قَرَارٍ، أيُّهَا النَّاسُ فَخُذُوا مِنْ دَارِ مَمَرِّكُمْ لِدَارِ مَقَرِّكُمْ، وَلاَ تَهْتِكُوا أَسْتَارَكُمْ عِنْدَ مَنْ لَا تَخْفَي عَلَيْهِ أَسْرَارُكُمْ وَأَخْرِجُوا مِنَ الدُّنْيَا قُلُوبَكُمْ قَبْلَ أَنْ تَخْرُجَ مِنْهَا أَبْدَانُكُمْ فَفِيهَا حُيِيْتُمْ وَلِغَيْرِهَا خُلِقْتُمْ إن الرَّجُلَ إِذَا هَلَكَ قَالَ النَّاسُ مَا تَرَكَ؟ وَقَالَ الْمَلاَئِكَةُ مَا قَدَّمَ؟ قَدّمُوا بَعْضاً يَكُونُ لَكُمْ وَلاَ تُخَلِّفُوا كُلاً يَكُونُ عَلَيْكُمْ. / Dünya uğrak yeri, ahiret ise karar yurdudur. Ey insanlar! Dünya hayatınızdan ahiret hayatınız için azık alın. Kendisine sırlarınızın gizli olmadığı zatın (yani Allah’ın) yanında örtünüzü açmayın (yani saygı ve hürmetinizi kaybetmeyin). Bedenen dünyadan ayrılmadan önce kalben dünyadan ayrılın. Dünyada yaşatıldınız fakat ahiret için yaratıldınız. Kişi öldüğü zaman insanlar “Miras olarak ne bıraktı?”, meleklerse “Ahirete ne götürdü?” derler. Sahip olduğunuz şeylerin bir kısmını ahirete gönderin ki sizin olsun. Hepsini dünyada bırakmayın ki aleyhinize olmasın.”
İnsanların hırs bataklığına saplanmasına yol açan iki şey vardır. Bunlar; mal ve makam konusundaki aşırı istek ve tutkudur. Peygamberimiz (s.a.v) bir hadislerinde şöyle buyurmuşlardır: “مَا ذِئْبَانِ جَائِعَانِ أُرْسِلَا فِي غَنَمٍ بِأَفْسَدَ لَهَا مِنْ حِرْصِ الْمَرْءِ عَلَى الْمَالِ وَالشَّرَفِ لِدِينِهِ / İki aç kurdun bir sürüye verdiği zarar mal ve makam hırsı sebebiyle müminin dinine verdiği zarardan daha fazla değildir.” Yani iki aç kurdun bir koyun sürüsüne saldırması neticesinde o sürüden geriye ne kadar koyun kalırsa gözünü mal ve makam hırsı bürümüş olan bir müminin dininden geriye o kadar şey kalır. Bunlardan hangisinin zararı daha büyüktür, denecek olursa makam hırsı olduğunu söylememiz gerekir. Çünkü insanlar arzu ettikleri makama kavuşmak için bin bir sıkıntılarla kazanıp biriktirdikleri canın yongası mesabesinde olan mallarını feda etmektedirler.
Hırs, kalbin fakirliğidir. Çünkü bu öyle bir duygudur ki hırslı kişi dünyadaki hiçbir şeyle doyuma ulaşamaz, ruhunu tatmin edemez. Hakîmlerden birisi şöyle demiştir: “Eğer hırs ile emel evlenseydi mahrumiyet adlı çocukları olurdu.”
Emirlerden birisi salih zatlardan birisine “İhtiyaçlarını söyle, gidereyim” dedi. O salih zat ise emire şöyle cevap verdi:
-“Benim gibi birisi mi senin gibi birisinden ihtiyaçlarının karşılanmasını isteyecek? Benim iki kölem vardır ki sana efendi olmuşlardır”.
Bu söz karşısında büyük bir şaşkınlık yaşayan emir: “Senin kölelerin olup benim efendim olan o iki şey nelerdir?” diye sordu. Salih zat emirin hayret ve şaşkınlığını gidermek için şöyle dedi:
-“Benim mağlup ettiğim, sana galip gelen; benim malik olduğum, sana malik olan iki şey hırs ile hevâdır”.
Hevânın insanı nasıl hırsa sürüklediğini, hırsın da küfre varıncaya kadar nasıl bütün kötülüklerin kapısını açtığı hususunda Vehb b. Münebbih şöyle demiştir: “مِنَ اتِّبَاعِ الْهَوَى الرَّغْبَة فِي الدُّنْيَا ، وَمِنَ الرَّغْبَةِ فِيها حُبُّ الْمَالِ وَالشَّرَفِ ، وَمِنْ حُبِّ الْمَالِ وَالشَّرَفِ اسْتِحْلالُ الْمحارم / Hevâya tabi olmak dünyaya olan rağbeti artırır. Dünyaya olan rağbet mal ve makam sevgisini artırır. Mal ve makam sevgisi de haramları helal saymaya götürür.”
Ebu Hüreyre (r.a) kanalıyla gelen bir hadislerinde Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır: “لاَ يَزَالُ قَلْبُ الكَبِيرِ شَابًّا فِي اثْنَتَيْنِ: فِي حُبِّ الدُّنْيَا وَطُولِ الأَمَلِ / Yaşlı insanın kalbi iki hususta –dünya sevgisi ve tul-i emel– genç kalmaya devam eder.”
İsa (a.s)’a soruldu:
-“Neden ihtiyarlar gençlere nispetle dünyaya karşı daha fazla bağlıdırlar?” Şöyle cevap verdi:
-“Çünkü ihtiyarlar gençlerin tatmadıkları dünya zevklerini tatmışlardır”.
Hâlid b. Umeyr el-Adevî’nin naklettiğine göre Basra valisi Utbe b. Ğazvân (r.a) bir hutbesinde şöyle dedi: “أَمَّا بَعْدُ، فَإِنَّ الدُّنْيَا قَدْ آذَنَتْ بِصَرْمٍ وَوَلَّتْ حَذَّاءَ، وَلَمْ يَبْقَ مِنْهَا إِلَّا صُبَابَةٌ كَصُبَابَةِ الْإِنَاءِ، يَتَصَابُّهَا صَاحِبُهَا، وَإِنَّكُمْ مُنْتَقِلُونَ مِنْهَا إِلَى دَارٍ لَا زَوَالَ لَهَا، فَانْتَقِلُوا بِخَيْرِ مَا بِحَضْرَتِكُمْ …/Dünya fani olduğunu ilan edip sırtını dönerek uzaklaşmaya başladı. Dünyadan geriye kalan, bir insanın suyunu içip bitirdiği kabın içinde kalan ve sahibinin faydalanmaya çalıştığı damlalar kadardır. Siz sonsuz bir mekâna doğru yol almış durumdasınız. Dünyada sahip olduğunuz hayırlı şeylerle ahirete intikal etmeğe çalışın.” Konuşmasına devam ederek şöyle dedi: “وَلَقَدْ رَأَيْتُنِي سَابِعَ سَبْعَةٍ مَعَ رَسُولِ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، مَا لَنَا طَعَامٌ إِلَّا وَرَقُ الشَّجَرِ، حَتَّى قَرِحَتْ أَشْدَاقُنَا، فَالْتَقَطْتُ بُرْدَةً فَشَقَقْتُهَا بَيْنِي وَبَيْنَ سَعْدِ بْنِ مَالِكٍ، فَاتَّزَرْتُ بِنِصْفِهَا وَاتَّزَرَ سَعْدٌ بِنِصْفِهَا، فَمَا أَصْبَحَ الْيَوْمَ مِنَّا أَحَدٌ إِلَّا أَصْبَحَ أَمِيرًا عَلَى مِصْرٍ مِنَ الْأَمْصَارِ / Ben, Hz. Peygamber ile birlikte sefere çıkan yedi kişiden biriyim. Yiyecek bir şey bulamayıp ağaç yapraklarını yerdik de koyunlar gibi büyük abdest yapardık. Üstümüzü örtecek bir bez bulamazdık. Yanımdaki bezi ikiye böldüm. Yarısıyla ben, diğer yarısıyla da Sa’d b. Malik örtündü. O yedi kişiden her biri bugün bir şehre vali oldu”. Hutbesini büyük manalar ve ibretler içeren şu cümle ile bitirdi: “إني أَعُوذُ بِاللَّهِ أَنْ أَكُونَ فِى نَفْسِى عَظِيمًا وَعِنْدَ اللَّهِ صَغِيرًا / Kendi nefsimde büyük olup Allah katında küçük olmaktan Allah’a sığınırım.”
Hırs ve tamah insanın gözünü kör eder de bin bir meşakkatle biriktirdiği dünya servetinin sefasını başkalarının süreceğinin farkında olmaz. Bu tip insanlar kendileri için değil daha çok mirasçıları için mal biriktirirler. Üdebâdan biri, bu hakikati şöyle dile getirmiştir: “رُبَّ حَظٍّ أَدْرَكَهُ غَيْرُ طَالِبِهِ وَرُبَّ دَرٍّ أَحْرَزَهُ غَيْرُ حَالِبِهِ / Nice nasip/pay vardır ki, isteyenden başkası nail olur. Nice süt vardır ki sağandan başkası sahip olur.”
Hatim-i Asam ise şöyle demiştir: “Mümin ibret ve ders almakla meşguldür. Münafık hırs ve emel ile meşguldür. Mümin güzel işler yapar ve hataları için ağlar. Münafık kötü işler yapar ve lehviyâta dalar. Mümin, (insanları) idare etmek ve düzeltmek için emr-i maruf ve nehy-i münker yapar. Münafık ise makam için emredip, nehy edip ifsat eder.”
Osmanlı âlimlerinden ve kadılarından Üçbaş Nureddin Hamza Efendi’nin şu uygulaması dünyayı değerlendirmede Müslüman farkını ortaya koyma, dünya ve ahiret arasındaki dengeyi koruma açısından son derece dikkat çekicidir: Nureddin Hamza Efendi çevresinde parayı çok seven ve dünya malına düşkün birisi olarak tanınmış, bundan dolayı da “Paracı Hoca” olarak anılmıştır. Bu zat mütevazı bir hayat sürmüş, eski elbiselerle idare etmiş, binek kullanmamış, bundan dolayı da maaşından, mirasından ve hediyelerden ihtiyaç fazlası çok miktarda para biriktirmiştir. Biriktirdiği paraları harcamaya başlamış, önce Fatih Karagümrük’te kendi adıyla anılan bir medrese inşa etmiş, bir yıl sonra da yanına mescit yaptırmıştır. Bunu duyan halk hayretini gizleyememiş ve hoca efendiye;
-“Hoca efendi! Sen parayı bu kadar severdin de harcamaya nasıl kıydın?” diye sormaya başlamışlardır. Hoca efendi hem kendi zamanında yaşayanlar için hem de kendinden sonra yaşayacaklar için büyük ibretler içeren şu sözü söylemiştir:
-“Çocuklar! Sizin de dediğiniz gibi ben parayı çok severim. Parayı çok sevdiğimden, öldükten sonra paralarımın dünyada kalmaması için kendimden önce ahirete gönderdim”.
Malik b. Dinar, ismine yakışır bir şekilde dinarı şöyle tarif etmiştir: “إِنَّمَا سُمِّيَ الدِّينَارُ لِأَنَّهُ دَيْنٌ وَنَارٌ إِنَّ مَنْ أَخَذَهُ بِحَقِّهِ فَهُوَ دَينُهُ، وَمَنْ أَخَذَهُ بِغَيْرِ حَقِّهِ فَلَهُ النَّارُ / Dinar din ve nâr kelimelerinden meydana gelmiştir. Eğer dine uygun olarak meşru yollardan elde edilirse din olur. Gayr-ı meşru yollardan elde edilirse nâr olur.”
Bir Arap şairi de hırsı zemmettiği şiirinde şöyle demiştir:
دَعِ الْحِرْصَ عَلَى الدُّنْيَا وَفِي الْعَيْشِ فَلَا طَتْمَعْ
وَلَا تَجْمَعْ مِنَ الْمَالِ فَمَا تَدْرِى لِمَا تَجْمَعْ
فَإِنَّ الرِّزْقَ مَقْسُومٌ وَسُوءُ الظَّنِّ لَا يَنْفَعْ
فَقِيرٌ كُلُّ ذِي حِرْصٍ غَنِيٌّ كُلُّ مَنْ يَقْنَعْ
“Dünyaya karşı hırsı bırak, hayata karşı tamahkâr olma.
Mal toplama, kim için topladığını bilemezsin.
Rızık taksim edilmiştir, sû-i zan fayda vermez.
Her hırslı fakir, her kanaatkâr zengindir.”
Hikâye: Dünya ehlinin gafletlerinin dereceleri
İbni Hacer, Fethü’l-Bârî’de İhyâ-i ulûmi’d-din’den “Dünya ehlinin gafletlerinin dereceleri” ile ilgili olarak şu ibretamiz hikâyeyi nakleder: “Dünyaya aşırı hırs ile bağlanan gafillerin durumu bir gemi ile seyahat eden yolculara benzer. Bu yolcular denizde bir zaman yol aldıktan sonra güzellikleriyle envâ-ı çeşit renkteki gülleri ve bol ağaçları ile insanları büyüleyen bir adaya varırlar. İhtiyaçlarını gidermek üzere gemiden dışarı çıkarlar. Kaptan geç kalmamaları, ihtiyaçtan fazla durmamaları ve gemiyi kaçırmamaları konusunda kendilerini uyarır. Bazıları ihtiyaçlarını giderdikten sonra kaptanın uyarılarını dikkate alarak çabucak gemiye dönerler ve geminin en güzel yerini kaparlar. Bunların dışında kalanlar yaşadıkları olaylar açısından dört gruba ayrıldılar. Birinci grup; adanın insanı büyüleyen çiçeklerine, nehirlerine, hoş meyvelerine, cevher ve madenlerine kapılıp kaptanın uyarısını unuttular. Her nasılsa bir şekilde gafletten uyanıp süratle gemiye koştular. İlk gelenlerin sahip olduğu yerden daha az değerde olan bir yere yerleşip kurtuldular. İkinci grup; birinciler gibi hatta onlardan daha fazla adanın çiçeklerine, meyvelerine ve mücevherlerine daldılar. Nefisleri bu güzelliklerden ayrılmaya razı olmadı. Gördükleri bu kıymetli şeylerden alabildikleri kadar yanlarına aldılar. Cepleri, sırtları ve kolları dolu olarak gemiye girdiler. Böylece oturacakları yerleri de daraltmış oldular. Her şeye rağmen nefisleri yanlarındakilerini atmaya razı olmadığı için yüklerini ağırlaştırmış oldular. Bir müddet sonra kopardıkları güller solmaya, topladıkları meyveler bozulmaya başladı. Rüzgârın şiddeti de arttığı için canlarını kurtarma adına yanlarına aldıklarını atmak mecburiyetinde kaldılar. Üçüncü grup; kaptanın uyarılarını tamamen unutup derin bir gaflete dalanlardır. Bunlar geminin kalkacağını bildiren son uyarı ilanı ile gafletten uyandılarsa da çok geç kaldıkları için gemiyi kaçırdılar. Adada sahip oldukları kıymetli şeylerle baş başa kalıp helak oldular. Dördüncü grup; gafleti en ağır olanlardır. Bunlar kaptanın uyarısını ciddiye almadıkları için geminin hareketinden sonra adada kaldılar. Bir kısmını yırtıcı hayvanlar parçaladı. Bir kısmı bir istikamet tutturup adada yürürken helak oldu. Bazıları acından öldü. Bazılarını da yılanlar sokup zehirledi.”
Hadis: el-Müstevrid b. Şeddâd (r.a)’ten rivayet edildiğine göre Peygamberimiz (s.a.v) şöyle buyurdu:
“وَاللهِ مَا الدُّنْيَا فِي الْآخِرَةِ إِلَّا مِثْلُ مَا يَجْعَلُ أَحَدُكُمْ إِصْبَعَهُ هَذِهِ فِي الْيَمِّ، فَلْيَنْظُرْ بِما تَرْجِعُ / Vallahi! Ahirete nispetle dünya ancak sizden birinin parmağını suya daldırmasına benzer. O kişi parmağının ne kadar suyla döndüğüne baksın.”