Ka’b b. İyaz el-Mazini radıyallahu anh demiştir ki; “Ben Resûlullah sallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken işittim;
Şüphesiz her ümmetin bir fitnesi (imtihan edildiği bir şey) vardır. benim ümmetimin fitnesi (imtihan vesilesi) de maldır.”
AÇIKLAMA: Fitne kelimesi, imtihan ve deneme anlamına gelir. Bu imtihan ve deneme, şerde olduğu gibi hayırda da olur. “Bir deneme olarak sizi hayırda da şerde de imtihan ederiz” (Enbiya sûresi 21/35) ayetiyle buna işaret edilmiştir. Hadisten anlaşılan şudur ki, ümmetin yegâne imtihan sebebi ekonomik değerlerdir. Yine hadisteki ifadeden anlaşılmaktadır ki, malın varlığı da yokluğu da imtihan vesilesidir. Ancak varlığı daha büyük bir imtihandır.
Ka’b b. Mâlik radıyallahu anh’den rivayet edilen hadislerinde Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in kullanmış olduğu şu can alıcı ifadede buna delil teşkil etmektedir: “Koyun sürüsüne dalmış iki aç kurdun sürüye vereceği zarar; kişinin mal ve mevkiye olan hırsının dinine vereceği zarardan daha fazla değildir.”
Makam hırsının dine vereceği zararın daha büyük olacağı da bir hakikattir. Çünkü insanlar bin bir türlü meşakkatle elde ettikleri canın yongası olan mallarını gözlerini kırpmadan makam için harcamaktadırlar. Mal konusunda ümmetinin konumu ile ilgili olarak Efendimiz şu ilginç benzetmeyi yapmıştır: “Şu mal, çekici ve tatlıdır. Kim onu hak ederek elde eder ve hayır cihetine sarf ederse o ne güzel bir rızıktır. Kim de hak etmediği bir mala sahip olursa o, yiyip yiyip doymayan obur gibidir.”
HİKÂYE: HZ. İSA VE MAL DELİSİ YOL ARKADAŞI:
H.z İsa aleyhissellam yalnız yolculuk yapmanın peygamber sünnetine uygun olmayacağından ötürü, İsrail oğullarından bir genci yol arkadaşı olarak yanına alır. İki yol arkadaşı hayli zaman yürüdükten sonra yorgunluklarını atmak ve ihtiyaçlarını gidermek için mola verirler, bir haylide acıkmışlardır. Allah’ın peygamberi İsa aleyhisselam yol arkadaşına bir miktar para verir, şu görünen köyden yiyecek bir şeyler al getir de karnımızı doyuralım der. Genç adam yola koyulur, köye varıp elindeki para ile üç tane ekmek alıp süratle geri döner. Hz. İsa bu esnada kulun rabbine en yakın olma halini sağlayan ibadet olan namaz kılmaktadır. Yol arkadaşı fırsattan istifade edip ekmeklerin birini çabucak mideye indirir, ancak İsa aleyhisselam göz ucuyla bunu görmüşken görmemiş gibi davranıp iki ekmeği aralarında eşit olarak paylaşırlar. Uzun bir zaman yürüdükten sonra önlerine bir nehir çıkar. Hz. İsa yol arkadaşının elinden tutar, suyun üstünden yürüterek karşıya geçirir. Genç adam gördüğü bu büyük mucize karşısında hayretlere dalmışken beklemediği bir suale muhatap olur: Ey yol arkadaşım Aldığın ekmeklerin üçüncüsünü ne yaptın? Bir peygamberle beraber olmanın ne gibi edeplere riayet edilmesi gerektiğinden bî haber gözünü hırs bürümüş olan adam doğruyu söyleyip özür dilemesi yerine inkâr yolunu seçip iki ekmek aldığını söyler. Nehri karşıya geçtikten sonra yürümeye devam ederlerken yayılmakta olan bir grup ceylanla karşılaşırlar. Hz. İsa ceylanlara seslenir, birisi gelip önünde durur, kesip pişirirler, karınları doymuş ve dinlenmiş olarak yollarına devam ederler, ne var ki, gencin, gördüğü bu ikinci mucize karşısında şaşkınlığı biraz daha artmıştır. İsa aleyhisselam yol arkadaşına aynı soruyu tekrar sorar: gördüğün bu mucize hakkı için söyle: üçüncü ekmeği ne yaptın? Yine inkâr edip iki ekmek aldığını söyler. Bir müddet sonra önlerine harap olmuş bir köy çıkar. Duvardaki kerpiçlerden birini karşısına alan Allah’ın yüce peygamberi bu köyün hangi sebepten harap olduğunu sorar. Kerpiç Allah’ın izniyle dile gelip konuşur ve bu köyün neden perişan hale geldiğini bir bir anlatır. Şimdi bu mucize hakkı için söyle der, üçüncü ekmeği ne yaptın?. Gördüğü bunca mucizevî olay karşısında kalbi yumuşamayan zavallı adam yalan ve inkârına devem etmekten utanmaz ve iki ekmek aldığını söylemeye devam eder. Artık yolun sonuna yaklaşılmıştır, bu defa Hz. İsa önlerine çıkan üç kum tepeciğini mucize yoluyla altına çevir. Karşısında çil çil altınları gören adam; işte şimdi istediğime erdim, diyerek sevinç çığlıkları atmaya başlar. İsa aleyhisselam, mal delisi olan yol arkadaşına der ki; şimdi gel bu altınları paylaşalım, bu altın tepeciklerinden biri bana, biri sana, diğeri de üçüncü ekmeği yiyenin olsun. Kocaman bir yığın altın tepesine kanaat etmeyen adam, üçüncü altın yığınını da sahiplenmek için yol boyunca inkâr ettiği gerçeği itiraf eder ve ekmeği kendisinin yediğini söyler. Dünyaya tapan ve durmadan yalan söyleyen bir adamla beraber olamayacağını söyleyen Allah’ın peygamberi; artık seninle yolculuğa devam edemem, bu altınların hepsi senin olsun, ben senden ayrılıyorum der. Zengin olmanın gerçek mutluluk olduğunu zanneden bu zavallı aç gözlü adam, malı nasıl sırtlanıp götüreceğinin planını yapa dursun, tam bu esnada üç tane eşkıya gelir ve bizimkini öldürüp altınlarına el koyarlar. Üç yığın altını üç kişiye taksim etmeden önce içlerinden birini yiyecek bir şeyler almak üzere şehre gönderirler. İkisi kendi aralarında şeytanî bir plan kurup yiyecek getiren arkadaşlarını elini kolunu bağlayarak öldürürler. Malı pay etmeden önce büyük bir mutlulukla arkadaşlarının zehirlediği yemeği yiyip onlarda ölürler, böylece herkese yetebilecek kadar çok olan kocaman bir servet ortada sahipsiz kalakalır. Yolculuğunu tamamlayan Hz. İsa aleyhisselam, kendisine yol arkadaşı olma şerefini bahşettiği aç gözlü genç adamın ne halde olduğunu merak edip dönüşte ona uğrar. Gördüğü manzara karşısında hayrette kalan Allah’ın peygamberi; “İşte dünya kendisine tapanlara böyle yapar” diyerek kendisinden sonraki bütün insanlara nasihat etmiş olur. İbret alanlara ne mutlu.