Cenâb-ı Hakk insanı vahye muhatap kılmak suretiyle diğer varlıklardan üstün tutmuş, onu yeryüzündeki halifesi olarak nitelendirmiş ve kendisini tanıma ve ibadet etme vazifesi ile mükellef kılmıştır. Diğer bir deyişle insanın yeryüzündeki varlığı tek kelimeyle kulluk amacına matuftur. Bu amaca uygun biçimde insan hem diğer varlıklarda bulunmayan akıl gibi bir imkân ve kuvvetle donatılmış hem de önüne nefs gibi aşılması güç bir engel konmuştur. Nitekim tam da bu nedenle varlıklar içerisinde en çok yükselen ve alçalan, kazanan ve kaybeden, yaratıcısına hem en yakın olabilen hem de O’ndan en çok uzaklaşabilen varlık insandır. Çünkü insan yükselmede bir kısım meleklerden daha üstün hale gelebilirken alçalmada hayvanları dahi geride bırakabilmektedir. Yani terakkî ve tedennî mükerrem bir varlık olan insanın kaderidir.
İnsanı rabbine yaklaştıran, manen yükselip kazanmasını sağlayan yegâne yol iman ve salih ameldir. Öte yandan kişinin rabbi ile irtibatını koparan veya bu yoldaki yürüyüşünü yavaşlatan şey ise hata ve günahlarıdır. İnsanın bu çetin yolda en büyük dayanağı kuşkusuz yine Cenâb-ı Hakk’ın engin lütfu ve merhameti olacaktır. Nitekim O, Kuran’ın girişi mahiyetindeki Fatiha suresinde ve biri hariç her surenin başında yer alan besmele-i şerifte kendisini bizlere rahman ve rahim olarak tanıtır. Bu sonsuz merhametin gereği olarak Allah Teâlâ kulunun yüce zatına ermesine mâni olacak, küçük görülerek önemsenmeyen günahları ve diğer engelleri temizleyecek birçok sebep yaratmıştır. Resûl-i Ekrem Efendimizin (s.a.v) anlatımıyla bunlardan bazıları şunlardır:
- Yemek yerken: Muâz b. Enes’ten rivayet edildiğine göre Resûlüllah (s.a.v) şöyle buyurdu: “Kim yemek yedikten sonra; bana bu yemeği yediren, bir güç ve kuvvetim olmaksızın onu bana nasip eden Allah’a hamd olsun derse, geçmiş günahları bağışlanır” (Tirmizî, Daavât 56).
- Elbise giyerken: “Kim yeni bir elbise giydikten sonra; bana bu elbiseyi giydiren hiçbir güç ve kuvvetim olmadığı halde onu bana nasip eden Allah’a hamd olsun derse, geçmiş günahları bağışlanır” (Ebû Dâvûd, Libas 1).
- Abdest alırken: Hz. Osman şöyle demiştir: Resûlüllah’ı benim abdestime benzer şekilde abdest alırken gördüm. Sonra şöyle buyurdu: “Kim bu şekilde abdest alırsa geçmiş günahları bağışlanır…” (Müslim Tahâret 8; Ebû Dâvûd, Tahâret 50)
- Namaz kılarken: Ebû Hüreyre’den rivayet edildiğine göre Resûlüllah şöyle buyurdu: “İmam âmîn dediği vakit siz de âmîn deyin. Bir kimsenin âmîn demesi meleklerin âmîn demesine denk gelirse, o kimsenin geçmiş günahları bağışlanır” (Buhârî, Ezan 111-112; Müslim Salat 72).
- Teravih namazında: Ebû Hüreyre’den rivayet edildiğine göre Resûlüllah şöyle buyurmuştur: “Kim faziletine inanarak ve sevabını Allah’tan bekleyerek teravih namazını kılarsa, geçmiş günahları bağışlanır” (Buhârî, İman 37; Müslim, Müsâfirîn 173-174).
- Kadir gecesini ihyada: Ebû Hüreyre’den rivayet edildiğine göre Resûlüllah şöyle buyurmuştur: “Kim inanarak ve sevabını Allah’tan bekleyerek kadir gecesini ihya ederse geçmiş günahları bağışlanır” (Buhârî, Leyletülkadr 1; Müslim Müsâfirîn 175). Kadir gecesi Kuran’ın ifadesi ile bin geceden daha hayırlıdır. Bin ay seksen üç küsur yıla tekabül etmektedir. Ahir zaman ümmetine Allah’ın bahşettiği ortalama ömrün altmış-yetmiş yıl olduğu düşünülürse, kadir gecesinin bir ömürden daha hayırlı olduğu görülür.
- Cuma namazında: Ebû Hüreyre’den rivayet edildiğine Resûlüllah şöyle buyurmuştur: “Büyük günahlardan sakınmak kaydıyla beş vakit namaz, iki Cuma ve iki Ramazan kendi aralarındaki günahlara kefarettir” (Müslim, Tahâret 16). Bu hadisten anlaşıldığına göre beş vakit namaz günlük günahlara, Cuma namazı haftalık günahlara, Ramazan orucu ise yıllık günahlara kefaret sayılmıştır.
- Hacda: Ebû Hüreyre’den rivayet edildiğine Resûlüllah şöyle buyurmuştur: “Kötü söz söylemeden ve günah işlemeden hacceden kimse anasından doğduğu gün gibi (vatanına) döner” (Buhârî Hac 4; Müslim, Hac 438).
- Umrede: Yine Ebû Hüreyre’den rivayet edildiğine göre Resûlüllah şöyle buyurmuştur: “Umre ibadeti, gelecek umreye kadar işlenecek günahlara kefarettir…” (Buhârî, Umre 1; Müslim Hac 437).
Açıkça görüldüğü üzere Cenâb-ı Hak kulluk vazifesinde insana bahşettiği türlü nimet ve ikramları yanında ona karşı sonsuz bir merhamet ve lütuf ile hareket etmek ve manevi yolculuğunda ayağının tökezleyip düşme ihtimaline karşı ona bağışlanma vesilesi olabilecek çeşitli bahaneler sunmaktadır. Bu durumda kula düşen sorumluluk da bütün gücüyle Hakkın hatırını her şeyin üstünde tutması ve hoşnut olmayacağı durumlardan kaçması olacaktır. Diğer bir deyişle günahlardan sakınmak bir müminin en önemli şiarıdır.
Günahın Büyüğünden de Küçüğünden de Kaçınmak Gerekir
Âlimlerimiz affa uğrayacak günahların küçük günahlar olduğunu söylemişlerdir. Nitekim bu durum bazı hadislerde de açıkça belirtilmiştir. Ancak “küçük günahlardan ne çıkar ki” dememek gerekir. Birkaç küçük günah belki çok şey ifade etmez ancak bunlar üst üste gelirse büyük günaha dönüşebilir. İnsanın üstüne bir avuç çakıl taşı atılsa ona fazla bir zarar vermez belki ama bir kamyon çakıl taşı yıkılırsa sakatlanmasına hatta ölümüne yol açabilir. Kaldı ki olaylara hassas bir mümin gözüyle bakıldığında günahın küçüğü büyüğü değil, kime karşı işlendiği önem arz eder. Nitekim İslâm kültüründe bu ana fikri vurgulayan pek çok veri bulunmaktadır.
Hz. Ayşe’nin naklettiğine göre bir defasında Resûl-i Ekrem Efendimiz kendisine hitap ettiği bir hadislerinde şöyle buyurmuştur: “Ey Ayşe! Sakın günahları hakir görme! Muhakkak Allah tarafından onları bir izleyen vardır” (İbn Mâce, Zühd 29). Enes b. Malik ise şöyle demiştir: “Siz öyle işler yapıyorsunuz ki onlar gözünüzde bir saç teli kadar incedir/önemsizdir. Oysa biz Resûlüllah zamanında onları insanı helâk edici şeyler olarak görürdük” (Buhârî, Rikak32; Dârimî Rikâk 54). Öte yandan Sehl b. S’ad es-Saîdî’den rivayet edilen hadislerinde Resûlüllah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır: “Günahları hakir görmekten sakının! Günahları hakir görmek bir vadide konaklayan bir topluluğa benzer. Bu topluluktakilerden her biri ateş yakıp ekmek pişirmek için bir çubuk getirir. Bu çubuklar tek başına yakılınca bir işe yaramaz ama üst üste konulup yakılınca büyük bir ateş meydana gelir. İşte küçük günahlar da böyledir. Üst üste gelince sahibini yakar” (Münâvî, Feyzü’l-kadîr, nr. 2916).
Esasen kâmil bir mümin günahını eteğinde oturduğu bir dağ gibi görür ve o dağın üzerine geleceğinden korkar. Fâcir ise günahını basit bir el hareketi ile kendisinden uzaklaştırabileceği burnuna konan bir sinek gibi görür. Nitekim ashabın yukarıda işaret edilen tutumu da bunun en güzel örneğidir.
Ramazan ve Bu Ayda Yapılan Farz ve Nafile İbadetlerin Değeri
Kalb bedendeki diğer organların lideri ve yöneticisi konumunda olduğu gibi, Yasin suresi Kuran’ın, Kâbe bütün mekânların, Ramazan ayı da bütün zamanların kalbidir. Bu ayda yapılan farz ve nafile ibadetlerin katsayısı diğer zamanlarda yapılan ibadetlere nispetle yetmiş kat daha fazladır.
Selmân-ı Farisî’den (r.a) şöyle nakledilmektedir:
“Resûlüllah (s.a.v) bize Şaban ayının son günü bir hutbe irâd etti ve şöyle buyurdu:
“Ey Müslümanlar! Büyük ve mübarek bir ayın gölgesi üzerinize düştü. Bu, içinde bin aydan daha hayırlı olan Kadir gecesinin bulunduğu bir aydır. Bu ay, Allah Teâlâ’nın, gündüzlerinde orucu farz; gecelerinde teravih namazını nafile olarak meşru kıldığı (mübarek) bir aydır. Bu ayda kim bir hayır işlerse başka zamanlarda bir farzı yerine getiren kimse gibi sevap kazanır. Bir farzı eda eden de başka aylarda yetmiş farzı yerine getiren gibi sevap kazanır. Bu ay, sabır ayıdır. Sabrın karşılığı da cennettir. Bu ay, ihsan, yardım ve eşitlik ayıdır. Bu ay, müminin rızkının arttığı bir aydır. Kim bir oruçluya iftar ettirirse bu, onun günahlarının bağışlanmasına ve cehennemden kurtulmasına sebep olur. İftar ettirdiği Müslümanın aldığı sevaptan bir şey eksilmeksizin onun kazandığı kadar da ayrıca sevap kazanır. [Sahabe-i kiram içinden bazıları] “Bizim hepimiz bir oruçluyu iftar ettirecek imkana sahip değildir…’ dediler.
“Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (s.a.v): Allah Teâlâ bu sevabı bir oruçluyu bir hurma veya bir yudum su ya da bir içim süt ile iftar ettirene de verir, buyurduktan sonra hutbesine şöyle devam etti: Bu ay, evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu cehennem azabından kurtuluş olan bir aydır. Kim (bu ayda) emri altıdakilerin yükünü hafifletirse Allah onu bağışlar ve cehennem azabından âzâd eder. Bu ayda dört şeyi çok yapınız. Bunların ikisi ile Rabbinizi hoşnut edersiniz; ikisinden de zaten uzak kalamazsınız. Rabbinizi hoşnut edecek iki işiniz ‘Lâ ilâhe illallah’ diyerek Allah’ın birliğine şehadet etmeniz ve bağışlanma dilemenizdir. Uzak kalamayacağınız öteki iki şeye gelince; onlar da Allah’tan cenneti isteyip cehennemden kurtulmayı dilemenizdir. Kim bir oruçluyu doyuracak olursa, Allah onu benim havuzumdan sulayacak, o da cennete girinceye kadar bir daha susuzluk çekmeyecektir.” (İbn Huzeyme, Sahih, III, 191-192).
Ramazan ayı mutlak olarak ayların en faziletlisi ve üstünüdür. Bu aya fazilet ve üstünlük kazandıran en önemli özellik Kur’an’ın bu ayda indirilmiş olmasıdır. Diğer ümmetlere de farz olmakla birlikte oruç ibadetinin bu ayda farz kılınmış olması ise ümmet olarak bize bahşedilen en büyük değerlerdendir. İftar saatinde duaların kabul edilmesi, teravih namazları, zekât ve fıtır sadakalarının verilerek fakirlerin sevindirilmesi ve sahur vaktinde ramazan ayı boyunca dua etme imkânı bahşetmesi ramazan ayının bizlere kazandırdığı bahtiyarlıklardandır.
Erzurumlu İbrahim Hakkı, Marifetnâme’sinde ilâhî rahmetin inananların üzerine nisan yağmuru gibi indiği sahur vaktini gafletle geçirmekten uzak olmanın önemini şu beyitleriyle harikulade bir üslûpla dile getirir:
Ey dîde nedir uyku, gel uyan gecelerde,
Yıldızların et seyrini seyrân gecelerde.
Bak hey’et-i âlemde, bu hikmetleri seyr et,
Bul sânıı, ol âna hayrân gecelerde.
Çün gündüz olursun nice ağyâr ile gâfil,
Koy gafleti dildârdan utan gecelerde.
Gafletle uyumak ne revâ abd-i fakîre,
Şefkatle nidâ eyleye Rahmân gecelerde.
Cümle geceyi uyuma, Kayyûm’u seversen,
Tâ hayy olasın Hayy ile, ey cân gecelerde.
Âşıklar uyumaz gece, hem sen uyuma kim,
Gönlün gözüne görüne, cânân gecelerde.
Dil, beyt-i Hudâ’dır, onu pâk eyle sivâdan,
Kasrına nüzûl eyler, ol Sultân gecelerde.
Az ye, az uyu, hayrete var, fânî ol ândan,
Bul cân-ı bekâ, ol âna mihmân gecelerde.
Allah için ol halka mukârin gece gündüz.
Ey Hakkı, nihân aşk oduna yân gecelerde.[1]
Cenâb-ı Hak cümlemize bütün Müminler için bulunmaz bir fırsat olan üç ayların manevi ikliminden istifade etmeyi nasip eylesin! Bu sayede kulluk vazifemizi ifada güç ve kuvvet bulur, rabbimizin hoşnutluğunu kazanır ve kendimizi affettirmenin yollarını buluruz inşallah. Âmîn.
[1] Bk. Marifetnâme, İstanbul 1999, (Terc. Faruk Meyan), s. 620
Yazar: Prof Dr. Selahattin YILDIRIM
Tüm hakları saklıdır. İzinsiz kullanmayınız.