SORU VE CEVAPLARLA; MEVLANANIN ESERLERİNDEN BİR KONU BİR HİKÂYE

“İNSANIN MAHİYETİ VE DEĞERİ”

——————————————————

Ben kimim?

-Ey insan! Sen hem hayvan,  hem meleksin!

 Tâ be-ten hayvan be-câni ez-melek

Tâ revî hem ber-zemin hem ber-felek   (2/3814)

Yani: Sen hem hayvan,  hem meleksin, çünkü, ten   hayvanıyla can    meleği sende  bir araya  gelip birleşmiş. Bu yüzden hem göğe mensupsun hem toprağa.

“Hak Teâlâ melekleri yarattı ve onlara akıl verdi; hayvanları yarattı ve onlara da şehvet verdi. Sonra insanları yarattı ve onlara hem akıl, hem de şehvet yükledi.  Eğer aklın şehvetine galip ise sen melekten üstünsün;  yok şehvetin aklına galip gelirse hayvanlardan aşağısın”(4/59)

 

Demek ki ten ve candan mürekkep ikili bir yapım var. Peki, bunların birbirine kıyasla kıymeti nedir? Ben bunların hangisiyle insan denmeye layığım?

Bir kesenin paraya nisbetle değeri neyse senin bedeninin de canın karşısındaki kıymeti odur:

Kıymet-i  hemyan  u  kise  ez-zerest

Bi-zer an hemyan u  kise  ebterest

Kesenin değeri içindeki altındandır. Altın yoksa kese ve cüzdan ebterdir. Bunun gibi tenin kıymeti de candan gelir. Canın değeri ise Sevgilinin/Allahın onda yansıyan ışığından. (3/2546)

“Diğer bir benzetmeyle  senin durumun, sadef  ve  inciye,yahut  testi  ve  suya  benziyor..Her sedefin  içinde  inci bulunmaz.  A canım! Sen de  sadefe  değil  içindeki  inciye  bak, şekle  aldanma. Ne zamana kadar testinin  süsüyle  oyalanacaksın. Testinin süsünden geç de suyu   ara” (2/38)

– Dış görünüş bakımından insan insana benzer. Ama madem ki  iç değerleri  çok  farklı, insan  görünmek  insan  olmak  için  kafi  gelmiyor, anlaşılan?

-Elbette kâfi gelmiyor. Eğer kâfi gelseydi bak ne olurdu:

 

Ger be-sûret âdemi insan budî

Ahmed ü Bu-Cehl heme yeksân budî(1/1060)

Per hemân u ser hemân heykel hemân

Musiî ber-arş u Firavnî mehân (6/3032)

Eğer insan şeklinde olmak insan olmaya yetseydi Hz. Peygamber ile Ebu Cehil aynı değerde olurdu. (1/1060)  Nitekim kolu başı ve bedeni aynı ama Musa arştadır, Firavun ise hor ve hakir olarak aşağıların aşağısında  (6/3032)

 

Görünüş aldatıcı olduğuna göre, insanın iç değerini nasıl anlayacağız?

-Bir şeyin ne olup olmadığını öğrenmek için aslına bakmak gerek.  Nasıl ki şekeri ekmek şekline de soksan tadı ekmek değil yine şekerdir. Yediğin şeyin şeker mi ekmek olduğunu bilmek için tatmak lazım. Gözün tatmadan yana nasibi yok çünkü. O halde kalıbı şekere benzeyen her adamı da şeker sanma. (1/2980) Kısacası:

İştirâk-i lafz  dâim rehzenest

İştirâk-i  gebr  ü mümin  der-tenest

Cismihâ  çün  kûzehâ-yı  beste-ser

Tâ ki  der-her  kûze  çi  bud  ân niger

Kûze-i  ân ten pür  ez-âb-ı  hayat

Kûze-i  în ten pür ez-zehr-i  memât

İsim benzerliği daima aldatıcıdır. Kafir de  mümin de  insandır  ama  benzerlikleri  sadece  şekilde!.Bu bedenler  sanki  ağzı  kapalı   testiler gibidir;önemli  olan  testinin şekli  değil,  içinde  ne  olup ne  olmadığıdır. İkisi de testi ama o ten testisi âb-ı hayatla dolu,  bu ise öldürücü  zehirle. (6/666vd)Başka bir benzetmeyle deinsan ağaca benzer ve meyve veren tek  ağaç, meyve  vermeyen  yüz ağaçtan  iyidir. (F.71)

-Yukarıdan beri insanın ikili  yapısından  bahsedildi. İyi  ama  madem ki   bir bedene  ve  bir  nefse  sahip  olmam   insan oluşumun  bir  gereği; o halde  bu  tarafımı    niye inkar   etmeli,  yok   saymalıyım.

– Mesele  inkar  etmek veya  yok saymak   değil, sadece hakimiyetin bu  iki  benden hangisinde     olup  olmadığında. Bu  soruya  cevap    istersen  aşağıdaki  beyte  kulak  ver:

Rahm ber-İsi kün ü ber-har mikün

Tab’ra ber-akl-ı  hod  server mikün 2/1871

-Eşek de  sensin, İsa da sen. Eşek  senin maddi  varlığın, yontulmamış tabiatındır. O eşeği  sürüp  götüren  aklın ve  ruhun ise  İsaya  benzer.  Sen İsaya  değer ver, eşeğe  değil. Eşeğe benzeyen   tabiatını  akıl  İsasının  üzerine  çıkarma. Bırak bedenin ruhuna  hizmet etsin, ulvi gayelerin peşinde  yorulsun. (2/1871)

– Demek ki Allah  bize hem  bazı  şeyleri  veriyor  hem de  bizi  onlardan  sakındırıyor.Nefs ve şehvetin  verilme  sebebi  ne olabilir?

-Bunlar  sana imtihan olarak verildi. Çünkü  bu  dünya  imtihan  dünyasıdır;şayet imtihan yoksa  kimin  ham  kimin  olgun  olduğu  nereden  bilinecek:

Çün adû  nebved  cihâd  âmed muhal

Şehvetet nebved  nebâşed  imtisâl

Hin  mekün hodrâ  hasi  ruhban  meşev

Z’ân ki   iffet  hest  şehvetra  girev

Hiç düşman olmadan cihad olur mu? Yolumuzu kesen     dünya şehveti olmadan da   emre  uymanın değeri   anlaşılmaz. O halde papazlaşıp kendini  hadım  etmeye kalkma, o şehvete rağmen iffetli kalmaya gayret et. (5/580,82) Allah meleği saf  akıldan, hayvanı ise sırf şehvetten  yarattı. Bunların biri  bilgisi,  öbürü  bilgisizliğiyle  kurtuldu. İnsan ise  ikisi  arasında  keşmekeşte  kaldı.(F.121) Tanrı   onda  insanlıkla hayvanlığı  bir araya  getirdi. Ta ki   zıt  zıttı  ile  belli  olsun. Ademle iblis, Musa  ile Firavun, İbrahim  ile Nemrut, Hz.Peygamber  ile Ebu  Cehil’in  farkı   ortaya çıksın.(F.117)

-Bütün bu  anlatılanlardan  şu  anlaşılıyor  ki iki  türlü  güzellik ve  çirkinlik  söz konusu. Ten  güzelliği, can güzelliği. Bizim kendi bedenimizi seçme şansımız yok, ama  iç  portremizi  kendimiz  yaptığımıza  göre   ahlakımızı güzelleştirmek  kendi  elimizde. Galiba asıl  önemli  olan da  bu?

-Tastamam  öyle. Cenab-ı  Hakkın  katında   neyin  önemli neyin önemsiz  olduğunu bilmek  istersen  şu  temsili hikayeyi  dinle:

Yüz  çirkini, can çirkini:

Bir sultanın  iki  kölesi  vardı. Biri  zenciydi fakat  güzel huyluydu;diğeri  ise  simaca güzel fakat   huyca çirkindi. Sultan, güzel  olanını bir işe  gönderdi  ve  diğerine dedi ki:

-“Ben seni  akıllı ve becerikli bir köle  olarak  biliyorum,  fakat  şu  arkadaşın var ya !  Senin  için  söylemediğini bırakmıyor, hırsızdır, hayasızdır, diye koğuculuk  yapıyor.Bu sözlerin aslı  nedir?

Böylece şah    izzet-i  nefsine  dokunacak  sözlerle  köleyi  tahrik edip arkadaşı aleyhinde konuşturmak  istedi. Fakat  köle ona  şu umulmadık   cevabı  verdi:

-“Yüce  sultanım ! Arkadaşımın bütün  söyledikleri  gerçektir. Hatta bende  onun  saydığı  kötü  huylardan  çok daha  fazlası var.  Ama  anlaşılan o      kendi  iyiliğinden  bunların  çoğunu saklayıp pek azını  söylemiş”. Bunun üzerine Sultan:

-“Peki. O senin kusurlarını  saydığı  gibi şimdi  sen de  onun bildiğin kusurlarını   söyle” diye emretti.  Köle:

-“Onun kusurlarından biri  muhabbettir;biri  vefa,  diğeri   cömertliktir. Bir  ayıbı  fedakarlık,  öbürü  tevazudur vs. “ diyerek ne  kadar  güzel özellik  varsa  hepsini bir bir saydı.

Sultan daha  sonra  onu  bir  işe  gönderip  dışarıdaki yakışıklı beyaz kölesini  çağırdı  ve  ona da berikine  söylediklerini tekrar etti:

-Şu  siyahi köle senin hakkında  pek  kötü şeyler  söyledi;  halbuki ben sende   onları  göremiyorum.Aksine seni  zeki  ve  becerikli  buluyorum.” Bunları  işiten köle  öfkeden  köpürdü. Gözünü  kapatıp ağzını  açtı ve bir yandan  kendisini  temize  çıkarırken diğer yandan dışarıdaki    arkadaşı  hakkında  söylenmedik  kötü  laf bırakmadı. Bunun  üzerine sultan onu huzurundan  kovdu ve şöyle dedi:

-Ey  canı  kokmuş kişi! Onun  yüzü  siyah   ama içi  bembeyaz; seninse  yüzün  beyaz   ama kalbin kararmış,çürümüş. Def  ol, çabuk benden  uzaklaş. (2/32)


Prof. Dr. Cihan Okuyucu