Prof. Dr. Cihan OKUYUCU
Ramazanın bir toplumun hayatını ne kadar derinden etkilediğini görmek için insanın bu ayı Tunus’ta geçirmesi gerekiyor. Hayatımın en bereketli Ramazanı Tunus’ta geçti desem umarım İstanbul âşıkları bana gücenmezler. Ancak öncelikle küçük bir mukaddime olmak üzere 1997 yılı sonlarında bir araştırma bursuyla 4 ay bulunduğum bu küçük ülkeyi ve aynı adı taşıyan başkenti hakkında kısa bir malumat arzedeyim.
Efendim Akdeniz kıyısındaki geniş ve düz bir araziye kurulmuş olan ve gür Akdeniz ikliminin de tesiriyle oldukça yoğun bir yeşille kucak kucağa bulunan Tunus Şehrine, ana çizgileri itibarıyla Fransız ve kısmen İtalyan stili hakim.Ancak şehrin Osmanlıdan kalan semti Medine ve Kasbah bütün çizgileriyle hala eskiye bağlı. Taş döşeli daracık sokaklar, birbirine abanmış taş binalar, kemerler, labirentler…. Bir kere buraya girdiğinizde artık ne zaman çıkacağınızı Allah bilir. Çarşının merkezindeki Başkentin en eski camisi Zeytune alaca revakları ve işleme özellikleriyle Endülüs mimarisinin tipik bir örneği. Bu mimarinin en bariz özelliklerinden birisi neredeyse bir daire genişliğindeki minareler. Caminin hemen yanı başında –barındırdığı Osmanlıca eserleri üzerinde dört ay boyunca çalıştığım- Milli Kütüphane mevcut. Şehrin neredeyse bütün tarihî yapıları Medine’ye toplanmış. Bunların en önemlilerinden biri “Türbetü’l-Bey”. Yapı kapalı ve çok büyük bir mezar kompleksi. Tunus tarihinde Beylik dönemi diye anılan devrin idarecileri, aile efratlarıyla birlikte burada medfun. Türk asıllı olan Beylerin mezar taşları da biraz küçük olmak şartıyla, sarıklı İstanbul mezar taşlarını andırıyor.
Tunus uzun bir beraberliğin bütün sıcaklığını taşıyor bizim için. Osmanlı kültür etkilerini mimariden musikiye kadar her alanda rahatlıkla bulmak mümkün burada. Bazı camilerde İstanbul çinileri sizi karşılar. Bir cadde ya da sokağı dönerken gözünüz tabeladaki isme takılır ve içinizden ılık duygular geçer. Şu cadde Turgut Reis, beriki Barbaros ya da Oruç’tur. Şu ana cadde Mustafa Kemal beriki İnönü adını taşır. Karnınızı doyurmak istiyorsanız bir “kebabji” ya da “dönerji”ye uğrayacaksınız demektir. Özellikle Tunus mahalli dili olan Darice’deki Osmanlıca söz varlığı araştırılmaya değer. Biz rastladıkça bu tip kelimeleri topladık ve yekunumuz birkaç yüzü buldu. İşte size rast gele seçilmiş bazı örnekler: Bayram, canım, baba, sini, balta, şevirme (çevirme), Çavuş, bey, dayı, şorba (çorba), kırmızi, hançer, kışla, kilim, bakraj, tepsi, şeşme (çeşme), ocak, dolma, tencere, Türkü, Ağır aksağı (musiki tabiri) vs… Özellikle askeri rütbe adları yakın zamanlara kadar Türkçe/Osmanlıca asıllı imiş: Onbaşi, Çavuş, Yüzbaşi, Bigbaşi (binbaşı), miralay, ağa, sağ kol ağası, sol kol ağası, ferik ilh.. Ne yazık ki bu tabirler son yıllarda kullanımdan kalkmış.
Tunusun karışık etnik yapısı içinde de Türk unsuru azımsanmayacak bir yer işgal ediyor. Türkiyeden göçürülmüş olan ailelerin çocukları hâlâ soylarını unutmadıkları gibi bununla iftihar etmektedirler. Bu gün yüzlerce Tunuslu aile cedlerinin memleketlerini, lakaplarını ya da mesleklerini soyadı olarak taşımaktadır. Bu konuda en yaygın olan bazı örnekler verelim: İstanbulli, Kıbrısli, Karamanli, Türki, Gürci, Giritli, Sakızlı, Bostanci, Baş Reis, Baş Tercüman, Baş Hamba, Baş Topçi, Baş Bevvap, Baltaci, Başa, Köroğli, Kurdoğli, Ovali, Kahya, Kalafat, Dümenci, Boşnak, Bazarbaşi, Demirji, Şerbetji..
Görüldüğü gibi Tunus, Türk kültürünün Kuzey Afrika’daki yayılma alanları arasında oldukça önemli bir yer işgal etmekte ve araştırıcılar için zengin imkanlar sunmaktadır; fakat bu ülkede bıraktığımız en değerli şey, her halde Osmanlı ve Türk sevgisi olsa gerek. Dileriz ki despot idareler zamanında bile engellenemeyen bu sevgi idarenin halkın eline geçtiği şu günlerde daha da serpilsin ve gelişsin; insanlarımızın gönülleri arasındaki yollar ülkelerimizin de önünü açsın.