TUNUSTA RAMAZAN II
Prof. Dr. Cihan OKUYUCU
Ve Ramazan-ı Şerif teşrif ediyor:
Bu mübarek ay Tunuslu için sadece bir ibadet ve taat mevsimi değildir. Aynı zamanda bir eğlence ve şenlik ayıdır o. Geldiğimden beri Tunus’ta hoşuma gitmeyen birçok şey görmüş-unutulmasın ki henüzZeynelabidin diktasının hüküm sürdüğü 1997 yılından söz ediyoruz- artık bu gecikmiş gurbet hayatı hayırlısıyla bitse de memlekete dönsek demeye başlamıştım. Sonra Ramazan geldi. Öyle sıradan bir gelişle değil.. Hayatın akışını temelden değiştiren bir geliş oldu bu. Sanki 11 ayın kirlettiği sokaklarda, caddelerde gizli bir el dolaşmış, her tarafa hisli bir derinlik, manevi bir feyiz serpmişti. Daha ilk gün bunu bütün kuvvetiyle hissettim. Hayret,bu nasıl başkent idi ki, gelip geçen bunca kalabalık arasında alenen oruç yiyen tek bir insana rastlamıyordunuz. Bütün kahvehanelerin ve lokantaların caddeye bakan kepenkleri inikti ve içeride ne olup bittiğini görmüyordunuz. Ramazanın başladığı gün her zamanki gibi Milli Kütüphanede çalışıyordum. Görevli memur saat 14.00’de elimizdeki kitapları topladı ve dairenin kapanacağını ihtar etti. Şaşırmıştım; ama niçin? Görevli de benim şaşırmama şaşırdı: “Mösyö, Yoksa Türkiye’de Ramazan mesaisi uygulanmaz mı?” Ya, meğer burada bir de Ramazan mesaisi varmış, öyle mi! Bu durum her ne kadar benim çalışma saatlerimi kısaltmış da olsa şikayet etmeye hiç niyetim yok.
Hemen öğlenden sonra işlerinden çıkan hanımlar, akşam sofrasını hazırlamak üzere evlerinin yolunu tutuyorlar. Erkekler, sokak kahvehanelerinde sohbet ederek yahut camilerde zikr ü tespih ile meşgul olarak iftar vaktini bekliyorlar. Ben de sokak kitapçılarını dolaşarak oyalanıyorum. Şimdi iftara yarım saat var. Bu akşam buradaki Türk öğrencilere misafirim. Otobüs durağına geliyorum, hayret hiç vasıta yok. Hemen trene koşuyorum; hayır, tren de çalışmıyor. Allah Allah, ne yapsam acaba! Mecburen biraz masrafa girip taksi tutacağız. Fakat o da ne! Gelip geçen taksilerin hiçbiri boş değil. Hülasa hayat tam anlamıyla durmuş vaziyette. Nihayet bir taksi durdurmayı beceriyorum ve durumun gereği anormal bir tarifeye razı olarak kendimi eve atıyorum. Eh, pahalı ama yararlı bir ders. Bir daha böyle geç kalmamayı öğreneceğim. Fakat inanır mısınız sevgili okuyucular, bütün bu hay huy bana müthiş bir mutluluk veriyor, yolda kalışıma rağmen seviniyorum. Bu tatlı telaş 30 gün boyunca sürdü gitti. Tunus’taki öğrencilerimiz, onların yerli komşuları, Büyükelçiliğimizin mensupları ve THY’nin iftarları.. Hemen her gece bir, bazen birden fazla yere davetliydik ve davet sahiplerinden bir kısmını istemeyerek de olsa gücendirmek durumunda kaldık. Elbette Türkiye’mizde de Ramazan, insan ilişkilerine bir sıcaklık getiriyor. Ama kendisi de fakir olan bir komşunun neredeyse bir ay boyunca evinize bir şeyler göndermesini tasavvur edebiliyor musunuz? Öğrencilerimizin ev komşularından bahsediyorum… Burada bilvesile Tunus mutfağı hakkında bir fikir vermek isterim. Tunuslu, bizim Güneydoğu bölgemizin damak zevkine sahip. Yemeklerde acı çok tüketiliyor. Diğer taraftan deniz ürünleri çok bol ve hayli ucuz. Neredeyse sabah kahvaltısında bile balık yahut balık çorbasıyla karşılaşıyorsunuz. Bendenizin,umumen Anadolu insanında görüldüğü üzere deniz mahsulleriyle aram pek iyi değildir. Lakin, burada mecburen önümüze her ne çıktıysa yedik. Başlarda, kuskusun üzerini kaplayan çok kollu ahtapotlar midemi kaldırmış idi. Lakin bilahare bunun pek lezzetli olduğunu keşfettim. Ramazan sofralarının neredeyse olmazsa olmaz unsuru ise brik. Her hâlde benzerlik dikkatinizi çekmiştir; evet, brik şu bizim malum böreğimiz canım! Bizdeki gibi yağda kızdırılarak servis yapılıyor. Şu farkla ki çok zaman içine tam bir yumurta konuyor.
Ramazanın aynı zamanda bir oyun ve eğlence mevsimi olduğunu yukarıda belirtmiştim. “Medine Şenlikleri” Tunus’ta gelenekselleşmiş. Bir aylık programa bakıyor, ilgimi çekenleri seçmeye çalışıyorum. Hemen her gece üç beş yerde değişik faaliyetler var. Konferanslar, tiyatro gösterileri ve özellikle müzik. Sezonun ilk gösterisi bizim için hoş bir sürpriz. Şehrin gösterişli tiyatrosunda ilk konser bir Türk ekibine; Neyzen KudsiErguner ve arkadaşlarına ayrılmış. Resmi zevatın da katıldığı bu gece normal yollardan bilet bulmak imkansız. Neyse ki Celluli gibi bir koruyucumuz var. Dr. İsmail ve ben onun himayesinde kolayca içeri giriyor ve kendimize protokolde bir yer buluyoruz. Yıllar öncesinde Paris’te tanıştığım Kudsi Bey ney üflüyor. Sazendelerin icra ettiği muhtelif sanat ve tasavvuf müziği parçalarından sonra Gebzeli Yusuf sahneye çıkıyor. Hakikaten harikulade olan hançeresinin bütün ustalığını sergiliyor. Özellikle Arapça olarak seslendirdiği ilahiler dinleyiciler arasında heyecanlı dalgalanmalara yol açıyor. Daha sonra oradaki ünlü musiki üstadlarından biri bize şu itirafı yaptı: “Türk müziğini dinledikten sonra şunu anladım ki; bizim müziğimiz kocaman bir sıfırdan ibaret” Eh, velev ki bir kısmı mübalağa olsun, siz olsanız bu iltifatı kabullenmez misiniz? Bu arada, yurda dönüşünden kısa süre sonra bir trafik kazasına kurban giden merhum Gebzeliyi bu vesile ile burada rahmetle analım.