HESABA ÇEKİLMEDEN ÖNCE İNSAN KENDİNİ BU DÜNYADA HESABA ÇEKMELİDİR
Prof. Dr. Selahattin YILDIRIM

Hadis: Ebu Hüreyre radıyallahu anh’tan rivayet edildiğine göre Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Ölen her insan pişman olur.” Sahabe sordu: Ya Rasulullah! Neden her insan ölünce pişman olur? Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Ölen insan iyilik ehli biri olursa neden daha fazla iyilik yapmadım diye pişman olur. Şayet kötülük ehli biri olursa neden kötülükleri terk etmedim diye pişman olur.”

(Tirmizî, Zühd, 34).

Açıklama: Bir ayet-i kerimede “Her canlı ölümü tadacaktır” (Al-i İmran, 185) buyurulmuştur. Bu ayet-i kerimeyi “Her canlı her an ölümü tatmaktadır.” şeklinde tercüme etmek de mümkündür, belki daha doğrusu budur. İnsanın hayatını ve kâinatı ibret gözüyle incelediğimiz zaman bunu görebiliriz. Şöyle ki insan dünyaya gelir, birkaç yıl çocukluk dönemini yaşar. Çocukluk dönemi ölür, arkasından delikanlılık çağına erişir. Bir zaman sonra o da ölür olgunluk dönemi başlar. Onun arkasından ihtiyarlık gelip çatar ve nihayet hakiki ölüm ile dünyayı terk edip gider. Siyah saçlar ölür, yerini ak saçlar alır. Dişler birer ikişer çekilir, yerini protez alır. Gün gelir insanın dizinin dermanı, gözünün fermanı, pazusunun ve aklının kuvveti zayıflar. Bunlar birer ölüm değil midir? Her an ölüm hadisesi tabiat olaylarında da görülmektedir. Sonbaharda ağaçların yapraklarını dökmesi, bütün bitkilerin solup kuruması birer ölümdür. Bu ölümün arkasından ilkbaharda yeni bir hayat başlar.

Dünya denilen fani hayat, bir serap gibi parıldayıp kaybolur; bir bulut gibi kayıp gider. Allah Teâlâ dünyayı, müşteriyi aldatmak için allanıp pullanan, cazip şekillerde sunulan, alındıktan sonra da hiçbir değeri olmadığı görülen bir mala benzetmiştir. Dünya böylesine değersiz, ölüm de kaçınılmaz bir gerçek olduğuna göre aklı başında olan kimse ömrünü boşa harcamaz. Dünyanın zevkinin zehir, şarabının serap, nimetinin afet olduğunu bilir. Ne mutlu bu zevki zehre çevirmeyenlere! Ne mutlu dünya nimetini afete dönüştürmeyenlere!

Bazı eserlerde tarihte şöyle bir olayın yaşandığına yer verilmiştir: Zülkarneyn ile Hızır aleyhisselam birlikte Âb-ı hayatı aramaya karar verirler. Zülkarneyn komutanları ve askerleriyle birlikte bir koldan, Hızır aleyhisselam ise tek başına bir koldan aramaya başlar. Anlaşmaya göre suyu önce bulan diğerine haber verecektir. Allah’ın lütfuyla Âb-ı hayatı bulduktan sonra içen ve onunla yıkanan Hızır aleyhisselam koşup Zülkarneyn’e haber verir. Beraber suyun yanına geldiklerinde çekilip kaybolduğunu görürler. Çaresiz Zülkarneyn geri dönmeye karar verir. Bir müddet yürüdükten sonra parlak çakıllarla dolu olan bir bölgeye gelirler. Bari şu parlak taşlardan alıp süs eşyası olarak kullanılmak üzere evlerimize götürelim, derler. Bazıları ceplerini bu parlak taşlarla doldurur, bazıları da kıymet vermeyip almaz. Evlerine döndükten sonra ceplerinden çakıl taşlarını çıkarırlar, bir de ne görsünler; her biri çok kıymetli mücevher imiş. Alanlar keşke daha fazla alsaydık diye; almayanlar keşke biz de alsaydık diye pişmanlıklarını dile getirirler.

Bir Şeyh Efendi bu hadisin ruhuna uygun olarak müritlerine nasihat ederken şöyle dermiş: “Bizim yakut ve zümrütlerimiz nafile ibadetlerimizdir. Ahirete vardıktan sonra nafile ibadetlere hiç önem vermeyenler gibi az önem verenler de pişman olacaklardır.”

Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem başka bir hadislerinde şöyle buyurmuşlardır: “Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz. Nasıl ölürseniz öyle hasrolunursunuz.” (Münavî, Feyzü’l-Kadir, V, 663).

İnsan vefat edeceği zaman hayatı bir filim şeridi gibi hayalinden geçer. Bu filim içindeki güzel kareler sevindirirken çirkin kareler üzüntüye ve ıztıraba sebep olur. Vefat etmek üzere olan bir adamın başı ucunda Yasin okutmak için bir Hoca Efendi çağırılır. Hoca Efendi okumaya başlar. Sekerât-ı mevti yaşayan adamın arada bir şuuru açılıp kendisine geldiğinde ah-vah ederek şöyle der: “Hocam! Çok yanlışlar, hatalar yaptım. Allah bana üç gün daha ömür verirse nasıl hayırlar işleyip iyilikler yapacağımı ben bilirim. Vakit gelince üç gün değil üç saat hatta üç dakika bile yaşama hakkı verilmez. İş işten geçtikten sonra da pişmanlığın bir faydası olmaz. Bir şair bu konuda şöyle demiştir:

Bir faide bahşeder mi heyhat,

Vaktinde edilmeyen nedamet.

Hazret-i Muaviye radıyallahu anh vefat edeceği esnada etrafında bulunan yakınlarına şu ibretli sözleri söylemiştir: “Keşke Zî Tuva sakinlerinden Kureyşli herhangi bir adam olsaydım da bu emirlik işine bulaşmasaydım.”

Duhatu’l-Arab’tan olduğu kabul edilen Amrİbnü’l-el-Âs radıyallahu anh da vefatı esnasında yüzünü duvara çevirir, hıçkıra hıçkıra ağlar. Oğlu Abdullah kendisini teselli ederek şöyle der: “Babacığım! Sen Allah’ın peygamberinin ashabındansın. Korkma ve endişe etme. Amr İbnü’l-el-Âs bu esnada şu ibretli konuşmayı yapar: “Ağlamam ölümden korktuğumdan değildir. Hayatım üç safhadan ibarettir. Birincisi Müslüman olmadan önceki zifiri karanlık küfür içerisinde geçirdiğim dönemdir. İkincisi Müslüman olarak yaşadığım dönemdir. Bu dönemde en çok sevdiğim insan Peygamber Efendimiz olmuştur. Öyle ki saygımdan yüzüne bakmaya cesaret edemezdim. Birisi Efendimizin fizikî yapısı nasıldı diye sorsaydı tarif edemezdim. Üçüncü safhası Peygamberimiz’in vefatından sonra yaşadığım zamandır. Bu dönemde birtakım siyasî işlere karıştım. Muaviye’nin dünyasını kurtardım ama ahiretimi berbat ettim” dedikten sonra şehadet parmağını havaya kaldırıp şehadet getirir ve ruhunu teslim eder. Etrafındaki insanlar parmağını kapatırlar, tekrar açılır. Kapatmaya muvaffak olamadıkları için artık dokunmazlar.

Önemli iki sahabenin ölüm anında yaşadıkları bu ruh haleti her inanan insan için büyük ibret ve ders içermektedir. İnsan ölümü ve ölüm anını asla aklından çıkarmamalı, güzel ölmek ve güzel haşr olmak için hep güzellikler peşinde koşmalıdır. Çünkü hayat, Kur’an hakikatlerinin cennetinde yaşamaktan ibarettir. Kur’an ihtişamına bürünen insan iki âlemde zelil olmaz. Kur’an’ın mukaddes gıdaları ile beslenen kişi ebediyet açlığına uğramaz. Kur’an’ın ırmaklarından su içen kişi fânilik yalaklarının çirkef sularından serinlik arama durumuna düşmez.

Abdullah b. Mes’ud radıyallahu anh’tan rivayet edildiğine göre bir gün Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem bir grup sahabeye nasihat ederken şöyle buyurmuşlardır:

“Allah’tan hakkıyla hayâ edin!” İbnMes’ud: Elhamdülillah, biz Allah’tan utanırız, dedik. Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem: “Ben sizin anladığınız hayayı kastetmiyorum. Allah’tan hakkıyla haya etmek baş ve başta olan azaları; karın ve karında olan azaları haramdan korumak, ölümü ve ölüm ötesi hayatı düşünmektir. Ahiret hayatına nail olmak isteyen dünya ziynetini terk eder. Kim de dünya ziynetini terk ederse Allah’tan hakkıyla hayâ etmiş olur.” (Tirmizî, Rekaik, 24).

Hikâye: Düşmanının kabri başında ağlayan adam

Büyük Arap edebiyatçısı el-Müberred “el-Kâmil” adlı eserinde bir arkadaşından şu olayı nakletmiştir: “Mekke yolu üzerinde bir kabrin yanında oturan bir adam gördüm. Bir şeyleri sürekli tekrar ediyordu. Gözyaşları sakalından süzülüyordu. Ne dediğini duymak için yanına yaklaştım. Adamın hıçkırıkları konuşmasına engel oluyordu. Kendisine seslendim. Uykudan uyanmış gibi başını çevirip bana baktı ve ne istiyorsun? Dedi. Ben: Baban için mi ağlıyorsun? Dedim. Hayır, dedi. Oğlun için mi? dedim. Hayır, dedi. Bir akraban veya arkadaşın için mi? dedim. Bunlardan daha özel birisi için dedi. Ben: Bunlardan daha özel kim olabilir? Dedim. Şöyle dedi: Evet. O kişinin kim olduğunu sana anlatayım. Bu kabirde yatan kişi her fırsatta bana zarar vermek için çalışan düşmanımdı. Kendimi ondan korumak ve çevremden uzaklaştırmak ümidimi külliyen kaybetmiştim. Bundan dolayı da onun tarafından gelecek zararlara karşı kendimi çaresiz ve zavallı biri olarak görmeye başlamıştım. Düşmanım av meraklısı biri idi. Yine bir gün ava çıkarak bir ceylan avlamış. Avına doğru gittiğinde okunun ceylanı delip diğer taraftan çıktığını görmüş. Ayağı kayarak tökezlemiş. Okun demir kısmının üzerine düşmüş. Ok kalbine girerek ölümüne sebep olmuş. Akrabaları kendisini aramaya çıktılar. Ceylanı ve kendisini ölmüş olarak buldular. Ölüm haberi bana ulaşınca büyük bir sevinç içerisinde gelip kabrinin başı ucunda durdum. Tebessüm ederek kendi kendime oh oldu, nihayet öldün ve senden kurtuldum diyordum ki birden gözüm bir taşa kaydı. Taşın üzerinde gördüğüm bir beyit aklımı başıma getirdi ve bir anda sevincim ıztıraba dönüştü, dedikten sonra taşı göstererek bana; sen de o yazıyı oku, dedi. Taşta şu şiir yazılıydı:

Biz de ancak öncekiler gibi insanlarız,

Ne var ki onlardan sonra bir miktar daha dünyada kaldık,

Onlar bizden önce göçüp gittiler.

Düşmanının kabri başında ağlayan bu adama dönerek şöyle dedim: Anladım ki kabri başında ağladığın insan dediğin gibi babandan, evladından, arkadaşın ve dostlarından ağalanılmaya daha özel birisi imiş.

Kıssadan Hisse: Tirmizî’nin Hz. Ömer radıyallahu anh’tan tahriç ettiği bir hadislerinde Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekin!” (Tirmizî, Kıyamet, 25). Bu hadis-i şerif ölümün insana en yakın şey olduğunu bilen, ahiret hayatının varlığından şüphe etmeyen ve hayatın her safhasının hesabının sorulacağını bilen akıllı bir mümin için büyük bir hayat düsturudur. Çünkü olgun bir mümin siyasî ve ticarî ikbal elde etmek için İslam inancına aykırı düşen ve ahiret hayatını zora sokacak olan hiçbir yönteme başvurmaz. Her oyun kendi kuralına göre oynanır, deyip kazanmak için her yolu mubah göremez. Çünkü mümin inancına zarar verecek hiçbir oyunun içinde yer almaz ve hayatın fani, ölümün ani olduğunu asla aklından çıkarmaz.