
Osmanlı döneminde hadislerin sosyal, siyasi ve kültürel açıdan şerhi çalışmalarının (içtimai hadis şerhçiliği) en önemli ve aynı derecede başarılı örneklerinden birisi de merhum Mehmed Arif Bey’in “Bin bir Şerif Şerhi” adlı kitabıdır.
Eser, yazarı tarafından, Müslüman toplumda zayıflamış olan ahlâk değerlerini güçlendirme gibi, belli ve yüce bir amaçla seçilmiş bin bir adet hadis-i şerifin, hayata tatbik edilerek açıklanmasından meydana gelir.
Kitap bu yüksek değerinin yanında, yazarı olan merhum zatın, ilim ve irfanıyla beraber, ümmetin dertleriyle muzdarip bir mümin de olması; çok önemli makam ve coğrafyalarda ve yakın tarih olayları içinde yaşamış bulunması; gördüklerini ve zengin tecrübelerini, hadisleri açıklarken, örnek olarak göstermesi dolayısıyla, dönemin İslâm toplumunun sosyal, siyasal, ilim ve kültür durumlarına ilişkin birçok veriyi de içinde bulundurmaktadır.
Az rastlanır bu özelliği sebebiyle eser, hadis araştırmalarının yanı sıra, Osmanlı yakın dönem toplum hayat ve rûhiyâtı ile kültür tarihi bakımından da büyük önem taşımaktadır.
Giriş bölümünde, müellifin hayatı, eserleri, ilmi kişiliği ile eserin kaynaklarına ilişkin genel bilgiler bulunmaktadır. Metin, uzun ve titiz bir çalışma sonunda, günümüz okuruna, kolay anlaşılacak bir dille sunulmuştur.
Dikkatli ve ilmi bir çalışmanın mahsulü olan teferruatlı dipnotlarımızda ise, eserde şerh edilen bütün hadis-i şeriflerin, kaynaklardaki durumları hakkında yapılmış, ayrıntılı ilmi araştırmalar (tahricler) bulunmaktadır.
Dârül-Hadis mensupları olarak, Resûl-i Ekrem aleyhissalâtu vesselâm efendimizin hayat bahşeden sözlerini ve onları hayata tatbik etmenin usulünü gösteren bir büyüğümüzün bu kıymetli çalışmasını, mü’min kardeşlerimize sunabildiğimiz için çok bahtiyarız ve Rahim olan Rabbimize sonsuz hamd ü senâlar ediyoruz.

Birgivî Mehmed Efendi (l 523-1573), Kanuni Sultan Süleyman’ın ihtişamlı saltanat yıllarında dünyaya gelmiş ve seçkin ilim halkalarında tahsilini tamamlamış bir Osmanlı müderrisidir. Daru’l-hadislerin en üst düzey dini eğitim kurumları kabul edildiği bu yıllarda, ömrünün en verimli çağını Birgi’de daru’l-hadis şeyhi olarak geçirmiştir. II. Selim döneminin ilim hayatına sunduğu kıymetli katkıların yanı sıra; idari, dini, ahlaki ve hukuki açılardan toplumda yaşanan sancılara çözüm üretmeye çalışan aktif bir fikir adamıdır. Bu bağlamda Birgivi’nin en belirgin özelliği, ilkeli ve mütevazı bir kişiliğe sahip olmasına rağmen gördüğü hataya müdahale etmekten çekinmeyen tavizsiz duruşudur.
* * *
“Toplumu sarsan huzursuzlukların, dinin asıllarına yabancılaşmaktan kaynaklandığı” fikri, onun düşünce sistematiğinin temelini oluşturur. Dolayısıyla öngördüğü çözüm; atılan her adımı Kur’ân ve Sün-net çerçevesinde düşünerek değerlendirmek ve dinin özü ile bağdaşmayan öğelerden hayatı arındırmaktır. Birgivi Mehmed Efendi, dini duyarlılığın yitirildiği ve unutulan her sünnetin yerini bir bid’at’ın doldurduğu konusundaki kaygılarını sıklıkla dile getirirken, eserlerinde okuyucusunu zengin bir hadis birikimiyle buluşturmaya özen göstermiştir. Elinizdeki bu çalışmada Birgivi’nin hadisçi kimliği tanıtılmakta, teorik anlamda hadis ilmine hizmeti ve pratik hayatta Peygamber ahlakını yaşanılır kılma gayreti incelenmektedir.

Bu kitapçık, İslam dünyasında Kuran-ı Kerim’den sonra en fazla okunan kitap olan Rıyâzu’s-Salihin gibi çok önemli bir eserin yazarı İmam Neveviye aittir. İlmi kudreti ve eser yazmadaki mükemmel metodu âlimler tarafından üstün kabule mazhar olan Nevevi, bu muhtasar eserinde, Resülullah sallallahu aleyhi ve sellem’ın siyerini ve sahip olduğu özelliklerini (havassı) ana çizgileriyle ele alıp işlemiştir. Ayrıca eseri yayına hazırlayan eş-Şayi’in düştüğü notlar da, daha fazla malumat arayanlara başvuracakları yerleri göstermesi bakımından önemlidir.

Türkler Müslüman olduktan sonra toplumun bütün kesimleriyle Kur’an ve Hz. Peygamber’in sünnetini baş tacı ederek, bu iki kaynağın mesajını anlamaya ve anlatmaya çalışmışlardır. Bu çerçevede ortaya konulan ilk yazılı ürünler, samimiyet ve bağlılığın mahsulü olup, Kur’an ve Peygamber sevgisi ile bunlara tabii olmanın gerekliliğini anlatan eserlerdir.
Hz. Peygamber’in hadislerini konu alan ilk Türkçe eser Harezm bölgesinde telif edilen ve bu bölgenin dil hususiyetlerini içeren, Kerderli Mahmud Ali’ye ait Nehcül-Ferâdis’tir. Türkçe kaleme alınmış ikinci eser ise, siz okuyucularımızın istifadesine sunduğumuz, Erzurumlu Darir Mustafa’nın Yüz Hadis Yüz Hikâye adlı çalışmasıdır. Bu eser Anadolu Türkçesiyle yazılmış, Anadolu ve Memluk sahasında yayılmıştır. Bu yönüyle Anadolu Türkçesi ile yazılmış ilk kitap olma özelliği taşımaktadır.
Yüz Hadis Yüz Hikâye Anadolu’da İslam’ın yerleşmesi ve Türk Dili ve Edebiyatı’nın gelişmesinde büyük rol oynamış ve ayrıca tatlı ve içten üslubuyla İslam’ın anlatılmasında kendisinden sonraki çalışmalara esin kaynağa olmuştur. Erzurumlu Darir`in bir Türkçe hadis klasiği niteliğindeki Yüz Hadis Yüz Hikâyesi sizi Peygamberi iklimin ılık esintileri ile karşı karşıya getirecek.
Saadet çağından, Anadolu iklimine tatlı seyirler…

Bu kitapçık, İslam dünyasında Kuran-ı Kerim’den sonra en fazla okunan kitap olan Rıyâzu’s-Salihin gibi çok önemli bir eserin yazarı İmam Neveviye aittir. İlmi kudreti ve eser yazmadaki mükemmel metodu âlimler tarafından üstün kabule mazhar olan Nevevi, bu muhtasar eserinde, Resülullah sallallahu aleyhi ve sellem’ın siyerini ve sahip olduğu özelliklerini (havassı) ana çizgileriyle ele alıp işlemiştir. Ayrıca eseri yayına hazırlayan eş-Şayi’in düştüğü notlar da, daha fazla malumat arayanlara başvuracakları yerleri göstermesi bakımından önemlidir.

İslam Dünyası için modern çağ, değişim sürecinin yoğun biçimde yaşandığı, toplumların bütün kesimlerinde ve kurumlarında geleneksel anlayışın terk edilip yeni Avrupa medeniyeti temelli bir yapılanmanın içselleştirilmeye çalışıldığı bir dönemdir. Bu bir anlamda toplumların, tarih boyu şekillenen İslam medeniyetini terk edip yeni, farklı bir medeniyete adapte olma sürecine geçişi demekti.
İzmirli İsmail Hakkı ve Şeyh Safvet arasında entelektüel seviyede cereyan eden ve Ahlak ve Tasavvuf kitaplarındaki hadislerin Sıhhati adıyla düşünce dünyasına arz ettiğimiz bu Münakaşalar dizisi de böyle bir zeminin üzerinde ortaya çıkıp gelişmiştir. Bu ortamda şeyh Safvet, içinde bulunduğu tasavvuf çevrelerinin birikimlerini benimseyen ve bu kesimin önde gelen isimlerinden birisi olarak tasavvufa yönelik eleştirileri cevaplandırmaya çalışan bir konumdadır.
İzmirli İsmail Hakkı ise, doğu ve batıdaki ilmi gelişmeleri takip eden, toplumun içinde bulunduğu sıkıntılı dönemi derinden hisseden ve buna bağlı olarak çözüm yolları arayan bir şahsiyet olarak tartışmalarda yer almaktadır.
İzmirlinin de içinde bulunduğu dönemin Müslüman aydınları tarihi mirasın ve toplumdaki dini uygulamaların ciddi bir tetkik/tasfiye süzgecinden geçirilmesi düşüncesindedir. İzmirli Şeyh Safvet ile girdiği münakaşa da bunun en temel unsurlarından birisi olan tasavvuf üzerine idi. Münakaşa görünüşte her iki şahsın da memnuniyetle kabul edeceği hadis ilmi zemininde cereyan etti. Her iki âlimde hadis ilmi tenkit yöntemlerinin hakemliğine rıza göstereceğini ifade etmekle birlikte, Şeyh Safvet, öteden beri tasavvuf ve hadis ilimlerinin rivayetleri değerlendirme ölçülerindeki farklılığı dolayısıyla, İzmirli de genellemeci ve seçmeci yaklaşımı dolayısıyla, gerçekte hadis ilminin hakemliğine tam olarak rıza göstermemiştir.
Seyri doyumsuz zevkli ve seviyeli bir tartışma ile…

PEYGAMBERİMİZLE BULUŞMANIN YOLU
“SALÂT Ü SELAM”
Rahmet ve merhamet elçileri olan peygamberler içerisinde Allah’ın ve meleklerin aralıksız olarak salât ettiği ve müminlere de salât ü selam getirmelerini emrettiği yegâne insan, O’nsuz hayatın tatsız, insanlığın öksüz olacağı Hz. Muhammed aleyhisselam’dır. Ümmetler içerisinde ise peygamberlerine salât ü selam getirmekle emr olunan ve bu sayede Allah’ın salâtına mazhar olan yegâne ümmet O’nun ümmetidir.
En önemli dua, en büyük mürşit ve hayatın her alanını kuşatan bir ibadet olan salât ü selam dini, iktisadi, ahlaki, psikolojik, hâsılı dünyevi ve uhrevi açıdan birçok hayırlı içinde barındırmaktadır. Bunların en önemlisi ahirette Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem’e yakın olmaktır. Çünkü ne yazık ki O’nun ümmetinden öyleleri vardır ki, dünya hayatından sonra O’nu bir daha göremeyecektir. Öyleleri de vardır ki, sürüye katılan yabancı develerin sürünün çobanı tarafından kovuldukları gibi görevliler tarafından lıavzının başından kovulacaklardır.
Salât ü selâm konusu son derece önemli olmasına rağmen Türkçe olarak bu konuda hiç bir çalışma yapılmamıştır. Bu boşluğu doldurmak maksadıyla, Türkçe olarak alanında ilk olan bu çalışmayı sizlere sunuyoruz.

Osmanlı Sultanları en önemli vakıf eserlerini Devlet-i Aliye’nin merkezi olan İstanbul’da tesis etmiş olmakla birlikte taşraya da bigâne kalmamışlar ve ülkenin her köşe ve bucağını hayrat eserleri ile donatmışlardır. Bu vakıf eserlerden biri de Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu II. Selim adına Osmanlının önemli bir ilim ocağı ve Aydın Sancağının merkezi olan Tire’de meydana getirdiğidir. Bu vakfiye dönemin ilmi, içtimai, iktisadi, pedagojik ve mimari özellikleri hakkında önemli ipuçları vermektedir. Özellikle Kur’an Eğitimi ve metotları açısından önemli pedagojik yönler içeren Sultan II. Selim’in vakfiyesi, eğitimciler için mühim bir vesikadır
Şimdiye kadar tanıtılmayan bu vakfiyeyi ilim âlemine kazandırmanın büyük bir hizmet olacağına inanıyoruz. Çünkü vakfiyelerin gün yüzüne çıkarılması tarih ve kültürümüzün anlaşılmasına yardımcı olacaktır.

BEN, HERŞEYE GÜCÜ YETEN RABBİNİN RAHMETINİ UMAN, ONUN FAKİR KULU SEYYİD MUSTAFA HALEBI,
BU DEĞERLİ VE AYDINLATICI RİSALEDE RIZKI DARALAN VE GEÇİM SIKINTISI ÇEKEN KIMSELER İÇİN BU KONUDA VARİD OLAN HADİS-İ ŞERIFLERİ, GÜZEL DUALARI VE RIZKI CELBEDEN İŞLERİ KALEME ALMAYA ÇALIŞTIM. VE BU RİSALENİN ADINI “DÜRRETÜ’L-ÂFÂK Fi HUSÜLİ’L-ERZÂK” KOYDUM.
RİSALEYİ DÖRT BÖLÜM VE BİR HATİME OLARAK TERTİP ETTİM.
- FASILDA RIZKI CELBEDEN FİİLLERİ,
- FASILDA RIZKA MANI OLAN FİİLLERİ ELE ALDIM.
- FASLI CENÂB-I HAKKIN MAHLÛKATIN RIZKINI TEKEFFÜL ETTIĞINE DAİR VARİD OLAN HADİSLERE AYIRDIM.
- FASLI RIZKI KENDİNE ÇEKMEK İÇİN VARİD OLAN SAHABE VE TABİİN KAVLİ GİBİ DEĞERLİ SÖZLER VE DUALARA AYIRDIM.
MUSTAFA HALEBÎ

İzmirli İsmail Hakkı arayış dönemi aydın tipinin en önemli temsilcilerindendir. Medrese ve mektep eğitimini birlikte almasının da etkisiyle, gerek Doğu gerekse Batı düşünce dünyasının farkında olan bir şahsiyettir. Doğu ile Batı’yı iki farklı dünya olarak görme yerine, ikisinin güzelliklerini birleştirme yanlısı bu bakış, Osmanlı-Türk fikri hayatının ihyasında çok önemli fonksiyonlar icra etmiştir.
- • •
İslâmi ilimlerin her birinde eser yazmakla birlikte ilmi kariyerini hadis tarihi ordinaryüs profesörü unvanı ile noktalayan İzmirli’nin, hadisçiliğini ortaya koyan bir çalışma olan “Hadis Tarihi” onun bu alandaki eserlerinin en önemlisidir.
Büyük şair ve mütefekkir Mehmed Akif onun hakkında:
İzmirli, ulum-i İslâmiyye’nin her kısmında at oynatan
Bir âlim, bir hakikat ehlidir,
Der ve onun için müfti’ l-enâm ifadesini kullanır. Onun hadise dair eserleri de Mehmed Âkif’in görüşünü doğrular niteliktedir.
- • •
Batılılaşmanın gölgesi altında şekillenen çağdaşlaşma gayretleri sonucu hadis tarihindeki gelişmeler ‘tarihi bir olgu’ çerçevesinde değerlendirilip, dışarıdan bir gözle eleştiriye konu edilir olmuştu. İlgili konu veya ilim, doğru kabul edilmek ve öğrenilmek zorunda olunan bilgiler bağlamında ele alınmayıp belirli zafiyetler içeren ve bu yönü ile tenkide açık olan bir konumda işlenmiştir.
Hadisi, hem vazgeçilmez sayan hem eleştiriye açık bir yaklaşımla ele alan bu tavrın ilk örneği olan “Hadis Tarihi”, ayni zamanda Cumhuriyet dönemi hadis çalışmaları açısından da önemli bir başlangıçtır…

Bu çalışmayı, 18. yüzyılın ikinci yarısı ile 19. yüzyılın başlarında yaşayan Ayıntâbî Mehmed Münib Efendi (ö. 1238/1823), Temhidül-mevlüd fî mehdi’l-vücûd adıyla 2. Mahmud’un doğumunu tebrik etmek, hem de çocuk hakları ile ilgili bilgi vermek amacıyla yapmıştır. Eser yazıldığı dönem ve konusu itibariyle müstakil ve yegânedir. Tespitlerimize göre Osmanlı’nın son dönemlerinde Ahlâk-i Alâî türü çocuk yetiştirme veya anne-babanın çocuğuna karşı vazifelerini ele alan Türkçe yazılmış en önemli kitaplardan biridir.

Selmân-i Fârisi Radıyallahu anh rivayet ediyor: Resullullâh sallallahu aleyhi ve sellem bize Şâ’ban ayının son günü bir hutbe irad etti ve şöyle buyurdu.
“Ey Müslümanlar! Büyük ve mübarek bir ayın gölgesi üzerinize düştü. Bu, içinde “bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi’nin bulunduğu bir aydır. Bu ay, Allah Teâlâ’nın, gündüzlerinde orucu farz; gecelerinde teravih namazını nafile olarak meşru’ kıldığı (mübarek) bir aydır. Bu ayda kim bir nafile hayr işlerse başka zamanlarda bir farzı yerine getiren kimse gibi sevap kazanır.
Bu ay, sabır ayıdır. Sabrın karşılığı da cennettir.
Bu ay, ihsan, yardım ve eşitlik ayıdır.
Bu ay, mü’minin rızkının arttığı aydır.
Kim bir oruçluyu iftar ettirirse bu, onun günahlarının bağışlanmasına ve cehennemden kurtulmasına sebep olur. İftar ettirdiği Müslüman’ın aldığı sevaptan bir şey eksilmeksizin onun kazandığı kadar da ayrıca sevap kazanır.”
-Bizim hepimiz bir oruçluyu iftar ettirecek imkâna sahip değildir… Dediler. Bunun üzerine Resul-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem; “Allah Teâlâ bu sevabı bir oruçluyu bir hurma veya bir yudum su ya da bir içim süt ile iftar ettirene de verir” buyurduktan sonra hutbesine şöyle devam etti:
“Bu ay, evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu cehennemden kurtuluş olan bir aydır. Kim (bu ayda) emri altındakilerin yükünü hafifletirse Allah onu bağışlar ve cehennemden âzâd eder. Bu ayda dört şeyi çok yapınız. Bunların ikisi ile Rabbinizi hoşnud edersiniz; ikisinden de zaten uzak kalamazsınız. Rabbinizi hoşnud edecek iki işiniz; lâ ilâhe illellah diyerek Allah’ın birliğine şahadet etmeniz ve bağışlanma dilemenizdir. Uzak kalamayacağınız öteki iki şeye gelince, onlarda Allah’dan cenneti isteyip cehennemden kurtulmayı dilemenizdir.
Kim bir oruçluyu doyuracak olursa, Allah onu benim havuzumdan sulayacak o da cennete girinceye kadar bir daha susuzluk çekmeyecektir.

Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamber’in hadislerinde bir takım amellerin, vakitlerin, şahısların, beldelerin üstünlüklerine doğrudan yer verilmekte veya dolaylı olarak işaret edilmektedir. Buradan hareket eden İslam âlimleri de günün yirmi dört saatinde yapılacak ibadetleri ve faydalı işleri anlatmak için “Amelü’l-yevm ve’l-leyle” veya “Fezailü’l-A’mal” türü eserler kaleme almıştır.
Üstün ibadet, iş, zaman ve mekânları araştırma, tanıtma geleneği Osmanlı’da da devam etmiştir. Ömrünü bürokrasinin üst makamlarında geçiren, müellifimiz Okçuzade Mehmed Şahi Bey, faziletli ve sevaplı amelleri öğreten hadisleri bir araya getirerek hem şeyhi Aziz Mahmud Hüdâyi’nin yoluna uymuş, hem de eserini iki mahmud’a izâfe ederek okuyuculara telmihte bulunmuştur. Bunlardan birisi cennette Hz. Peygamber’e vaad edilen ve şefaat yetkisini de içeren bütün peygamberlerin gıpta ettiği makam (el-Makamu’l-Mahmud), ikincisi ise şeyhinin Mahmud (Aziz Mahmud Hüdayi) ismidir.

Peygamberimiz Hz. Muhammed’e sunulan ilahi mesaj, insanlığa son olarak gönderilmiş ve evrenseldir. Onun getirdiği Kitap ve o kitabın açıklayıcısı olarak kendisinin öğretileri, sadece yaşadığı dönemi ile kayıtlı bulunmamakta, bütün çağlara hitap etmektedir.
İstanbul’un bir gün mutlaka fethedileceğini müjdeleyen Fetih Hadisi’nin, hadis tekniği bakımından sahih olmasında şüphe bulunmamaktadır. Bu haber, yüzlerce yıl öncesinden yüzlerce yıl sonrası ile alakalı kesin ve net bilgiler taşımaktadır.
Hz. Peygamber’in sözünde sadık olduğunu iman borcu bilen Müslümanlar, bu muştuyu duyar duymaz, dönem ve şartlarına göre, sıradan insanlar için hayali bile mümkün gözükmeyen bu hedefi kendilerine önemli bir ideal edinerek, harekete geçtiler.
İstanbul önemli ve savunması güçlü bir şehir olduğundan, Müslümanlar buraya doğudan ve batıdan ilerlemek istemişlerdir. Öyle görünüyor ki, şayet Müslümanlar tarafından bir Endülüs Medeniyeti ortaya konulabilmişse, bunda Fetih Hadisi’nin çok etkili bir rolü vardır. Yine bu olgu, tarihte bir Müslüman İstanbul Medeniyeti doğurmuştur.
Bu denli dinî ve tarihi rol icra etmiş bulunan, tesirlerini hâlâ yaşamakta olduğumuz Fetih Hadisi üzerine, Osmanlı ulemasından İmamzade Es’ad Efendi küçük bir eser kaleme almıştır. Bu eserin aslı, sadeleştirilmiş hali ve konu ile ilgili yeni yaklaşımları içeren hacmi küçük keyfiyeti büyük bu kitabı okuyucuya sunmaktan sonsuz mutluluk duyuyoruz.

Hz. Ali (r.a.), valisine söylüyor:
“İnsanlara, canavarın sürüye bakması gibi bakma. Onlara karşı kalbinde sevgi, merhamet ve iyilik duyguları besle. Çünkü istisnasız bütün insanlar ya dinde kardeşin ya da yaratılışta eşindir. İnsanlar hata edebilir, başlarına iş gelebilir. Düşenin elinden tut, kendin için Allah’ın affını istiyorsan, sen de insanları affet, onları hoş gör ve bağışla. Allah’a karşı asla kafa tutma! Affından dolayı asla pişmanlık duyma! Verdiğin cezadan dolayı da sevinme!”

Kırk hadis derlemeleri Osmanlı hadis müellefatı arasında önemli bir yer tutmaktadır. Hz. Peygamber’in sünnetine uyma ve onu yaşama konusunda duyarlı olan Osmanlı toplumu ile bu toplum arasından yetişen âlimler Resülüllah’ın şefaatine nail olma, ayrıca âlimlerle ve fakihlerle haşrolma emelini gerçekleştirmek için kırk hadis derleme hususunda elbette ki kayıtsız kalmayacaklardı. Nitekim yapılan çalışmalar bu konuda kayıtsız kalınmadığını ortaya koymaktadır. Hadisçiler, mutasavvıflar ve edebiyatçılar başta olmak üzere değişik kesimlerden birçok kişi kendi alanı ile ilgili konularda kırk hadis derlemeye yönelmiş, çok faydalı ve orijinal eserler kaleme almıştır.

Yüzyıllardan beri eserleriyle geniş bir coğrafyada insanları aydınlatmaya devam eden Seyyid Ali Hemedâni (714-786/1314-1385) büyük bir tebliğci, seyyah, müellif, mütefekkir, âlim ve sufidir.
Anadolu da dâhil İslâm coğrafyasının büyük bir kısmını gezmiştir, Keşmir ve çevresinde İslam’ın yayılmasında önemli hizmetleri olmuştur.
Hemedâni’nin kaleme aldığı çok sayıda eseri arasında en çok tanınan ise, yöneticilere rehberlik etmek için yazdığı, İslam siyasetname geleneğinde kilometre taşı olan Zahiratü’1-mülûk’üdür .
Yazıldığı dönemden itibaren devlet yöneticilerinden büyük rağbet gören eser muhtelif doğu ve batı dillerine tercüme edilmiştir. Mesela, 1550-1650 yılları arasında Osmanlı Türkçesi’ne beş ayrı çevirisi yapılmıştır. Bu çeviriler, Kanuni Sultan Süleyman dönemini içine alan ve dünya hâkimiyetini tesis ettiği bir devrede, Osmanlı yönetici elitin esere olan ilgisini göstermektedir. Ne yazık ki edisyon kritikli neşri de yayınlanmış olan Zahiratü’l-mülûk ülkemizde tanınmamaktadır.
Dr. Necdet Yılmaz, 1550-1650 tarihleri arasındaki çevirilerin en sonuncusunu, Muhammed b. Hüseyin’in Hilyetü’l-mülûk ismiyle gerçekleştirdiği tercüme ve ilavesini günümüz Türkçesi’ne aktararak önemli bir sorumluluğu yerine getirirken tarihi bir hatayı da telafi ediyor.
Bu neşirle 21. yüzyıla taşınan eserin günümüz yöneticilerine rehberlik etmesi, yöneten/yönetilen ilişkisine ve erdemli siyaset anlayışına/ahlakına da önemli bir katkı sağlanıyor.

“Din Dürüstlüktür” adı ile okuyucunun istifadesine sunulan bu kitap Şeyhülislâm Debbağzade Mehmed Efendi’nin “Reşehatu’n-nasîh minel hadisî’s-sahîh” isimli eserinin Arapçadan dilimize ilk tercümesidir. Osmanlı Muhaddisleri hadis ilimlerinin değişik alanlarında irili ufaklı yüzlerce eser meydana getirmişlerdir. Bu eserlerden bir kısmı tek hadis üzerine yapılan yorumlardan oluşmaktadır. Debbağzâde’nin eseri bu alanda yazılmış olanların en hacimlisidir.
Buhari ve Müslim’in birlikte rivayet ettikleri, Allah’a, Kur’an’a, Hz. Peygamber’e, ulülemre ve bütün Müslümanlara karşı samimi ve dürüst olmanın prensiplerini bildiren hadis, ‘Din nasihattir` veciz ifadesi ile dile getirilmiş, önemine binaen de üç defa tekrar edilmiştir. Nasihat hadisi, cevâmiül-kelim denilen, az sözle çok manalar ifade eden hadislerden biridir. İslam âlimleri, nasihat hadisini, İslam’ın esasını oluşturan hadislerden biri ve en önemlisi olarak kabul etmektedirler.
Türkçe karşılığı dürüstlük olan nasihat kelimesi, öğüt vermek, iyi ve hayırlı işlere davet etmek, kötü ve şer olan şeylerden sakındırmak, bir işi sadece Allah rızası için yapmak, yırtık elbiseyi dikmek, balı mumundan süzüp ayırmak gibi çok çeşitli anlamlar ifade etmektedir. Nasihat ve felah kelimeleri Arap dilinin en kapsamlı kelimeleri olup, dünya ve ahiretin hayırları, en geniş anlamıyla bu iki kelimede gizlidir.
Hz. Peygamber (s.a): “Hac Arafat’tır” hadisi ile haccın temelinin ve hac sayılmasının şartının Arafat’ta bulunmak olduğunu, Arafat’ta bulunmayanın haccının olmayacağını beyan ederken, “Din Nasihattir” hadisi ile de Allah’a, Kur’an’a, Kuran’ı açıklamak ve uygulamak için gönderilmiş olan Hz. Peygamber’e, Peygamber Efendimizin vekili olan, onun sünnetini ve idare şeklini kendisine düstur edinmiş olan ulülemre ve din kardeşlerimiz olan Müslümanlara karşı dürüst ve hayırhâh olunmadığı takdirde hakiki Müslüman olunamayacağını ifade etmek istemiştir.
