Hayatı
Fahreddîn Acemî Osmanlı Devleti’nin Molla Fenârî’den sonra ikinci şeyhülislâmıdır.[1] Memleketi, ailesi ve hayatının ilk dönemlerine ait bilgiler kaynaklarda yer almamaktadır. İran taraflarından geldiği için “Acemî” diye anılır. Aralarında Seyyid Şerif Cürcânî’nin de bulunduğu devrinin önemli âlimlerinden tahsilini gerçekleştirdi. Bilahare Anadolu’ya geldi.[2] Bursa medreselerinde eğitimine devam etti. Kendisi gibi İran’dan gelen, Sadeddin Taftazânî’nin talebelerinden olan Burhâneddin Haydar Herevî’den, başta Buhârî olmak üzere hadis kitaplarını okuyarak, hadis icâzeti aldı. Molla Şemseddîn Fenârî’nin oğlu Mehmed Şah’ın müderrisi olduğu Sultâniye Medresesi’ne devam ederek hocasına muîd[3] oldu. Ardından bazı medreselerde müderrislik yaptı. 834/1430-31 tarihinde Sultan Murad II, pâyitaht olan Edirne’ye, günlük otuz akçe ile müftü/şeyhülislâm tayin etti.[4] Edirne Dârülhadisi’ni inşâ ettirdiğinde, buraya da müderris olarak atadı.[5]
Fatih Sultan Mehmed döneminde aynı görevini sürdüren Fahreddîn Acemî, kaynakların ifadesine göre otuz seneden fazla müftülük vazifesini devam ettirdikten sonra,[6] 865/1460-61’de vefat etti.[7] Edirne’de Dârulhadis Câmiî mihrabı önüne defnedildi.[8] Ancak kabri günümüze ulaşmamıştır.[9]
Kanaatkâr bir hayat süren Fahreddîn Acemî, padişahın zaman zaman maaşını artırmak istemesine karşılık, “beytülmal helaldir, fakat hâcet ve kifâyet fazlası helal değildir” diyerek kabul etmemiştir.[10]
Eş-Şekâiku’n-Nu’mâniyye müellifi Taşköprizâde Ahmed Efendi, hadis icâzetini Buhârî’yi okuyarak babasından aldığını, onun Hocazâde’den (ö. 1487), Hocazâde’nin de Fahreddin Acemî’den aldığını zikreder.[11] Bu çizgi Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda temel teşkil eden İbn Sînâ-İmam Gazzâlî-Fahreddîn Râzî düşünce sisteminin devamıdır.[12]
Sultan Bayezid devri şeyhülislâmlarından Alâaddin Arabî de Fahreddin Acemî’ye, Edirne Dârulhadisi’nde talebe ve muîd olarak adı geçen çizgiyi devam ettirmiştir.[13]
Fahreddin Acemî, salâbet-i dîniye ve istikâmet sahibi bir zâttır. Yaşadığı dönemde Osmanlı ülkesine sızmak isteyen her türlü bâtınî oluşumlarla mücâdele etmiştir. Bunlar arasında en dikkate değer olanı Hurûfîlere[14] karşı almış olduğu tavırdır.
Sultan Mehmed Fatih döneminde Fazlullah Hurûfî’nin (ö. 796/1394) bazı sevenleri Edirne’ye gelerek pâdişâha ulaşıp etkileri altına aldılar. Fatih’in bunlara olan meylinden rahatsız olan, ancak durumu kendisine açmaya cesaret edemeyen Vezîriâzam Mahmud Paşa, Fahreddin Acemî’yi durumdan haberdar eder. Müftü, Hurûfîlerin görüşlerini bizzat kendi ağızlarından dinlemek ister. Mahmud Paşa bir gün, konağına bunları davet ederek görüşlerini sorar. Perde arkasından da Fahreddin Acemî’nin dinlemesini sağlar. Sapık fikirlerini ortaya koyan Hurûfîleri dinleyen müftü, saklandığı yerden çıkarak üzerlerine yürüdü. Bunun karşısında saraya kaçan bu insanları takip ederek Fatih’in huzurunda da onları azarlar ve kendisine teslim edilmesini ister. Fatih bu durum karşısında hiçbir şey söylemez. Fahreddin Acemî bunları alarak Üç Şerefeli Câmi’ye getirir. Halk huzurunda yapılan münazarada bunların dinî anlayıştaki zayıflıklarını ve bozuk fikirlerini izhar etmelerini sağladı ve yakılmak suretiyle idamlarına fetva verir. Bu hüküm hemen infaz edilir.[15]
Fahreddin Acemî’nin doğduğu ülkede çok etkin olan Hurûfîlik hareketini iyi tanıması onlara karşı aldığı bu sert tavırda etkin olmuş olmalıdır. Şeyh Bedreddin’in idam fetvâsını veren komisyonda da Fahreddin Acemî vardır. Önceleri Şeyh Bedreddin’in yakın dostuyken, sonra böyle bir tavır benimsemesi de dikkate değer bir husustur.[16]
Fahreddin Acemî, kaynakların verdiği bilgiye göre Edirne’de bir medrese yaptırmıştır. Üç Şerefeli Câmii yakınında,[17] Horozlu ve Şeceriye Medresesi[18] diye anılan bu yapı Saraçhâne’de Horozlu Yokuşu’nda iken yıkılmış ve yerine 1295/1877’de Vali Kadri Paşa tarafından bir ıslahhâne yaptırılmış, ardından da Sanayî Mektebi inşâ edilmiştir.[19]
Fahreddin Acemî’nin, Edirne Ağaçpazarı semti, Hacışâkir Bey Sokağı’nda bir mescid yaptırdığını kaydeden Rifat Osman (1874-1933), bu yapı hakkında yıl belirtmeden “geçen sene yıktırıldı” demektedir.[20]
Eserleri
Fahreddîn Acemî’nin tesbit edebildiğimiz bir eseri vardır. Bu da fıkıhla alakalı olup efendisinin, âzat ettiği köle ve cariyesi ile olan münasebeti ve onlar üzerindeki hakkına dairdir ve Risâletü’l-velâ ismini taşımaktadır.[21] Günün Osmanlı medreseleri içerisinde en önemlisi ve en seviyelisi olan Edirne Dârulhadis Medresesi’nin Sultan II. Murad tarafından ilk müderrisliğine getirilmesi, vakfiyesinde yer alan şartlara göre hadis ağırlıklı bir verildiğinden onun bu ilimde yetkin bir âlim olduğuna en büyük delildir. Müessesenin tarihi boyunca Osmanlı’nın en gözde ilim merkezi olmasında da ilk müderris olarak Fahreddîn Acemî’nin büyük rolü olmalıdır.
[1] Şeylühislâm tabirinin, Osmanlı Devleti’nde hangi tarihte kullanılmaya başlandığı ve resmi bir makam ifadesi taşıdığı kesin olarak bilinemediği gibi, ilk şeyhülislâmın kim olduğu meselesi de ihtilaflıdır. İlk şeyhülislâmı Fahreddin Acemî ile başlatanlar da bulunmaktadır. (Konu ile alakalı geniş bilgi için bk. Mehmed Süreyyâ, Sicill-i Osmânî, I-IV, İstanbul 1308-15, VI, 763; Ekrem Kaydu, “Osmanlı Devletinde Şeyhülislâmlık Müessesesinin Ortaya Çıkışı”, Atatürk Üniversitesi İslâmî İlimler Fakültesi Dergisi, sy.: 2, 1977, 201-210; R. C. Repp, The Müfti of İstanbul, Oxford 1986, XV, 73, 105, 111-123.
[2] Anadoluya geliş tarihinin 820/1417 olduğu tahmin edilmektedir. (Repp, a.g.e., 105).
[3] Medreselerde müderris yardımcısına verilen isimdir.
[4] eş-Şekâ’ik, 60; Mecdî, Şekâik Tercümesi, 81; Hoca Sâdeddin, Tâcü’t-tevârîh, II, 430-431; Müstakimzâde, Devhatü’l-meşâyih, 5; İlmiyye Salnâmesi, İstanbul 1334, 327. Ayrıca bk. Evliya Çelebi, Seyahatnâme (haz. Seyit Ali Kahraman-Yücel Dağlı), İstanbul 1999, III, 267; Edirne Salnâmesi, 206; Repp, a.g.e., 105-106.
[5] İlmiyye Salnâmesi, 339; Repp, a.g.e., 107.
[6] Müstakimzâde, Devhatü’l-meşâyih, 7; İlmiyye Salnâmesi, 328. Ayrıca bk. Abdurrahman Hibrî, Enîsü’l-müsâmirîn (haz. Sevim Üngün), basılmamış doktora tezi, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, İstanbul 1972, 95.
[7] Müstakimzâde, Devhatü’l-meşâyih, 7; İlmiyye Salnâmesi, aynı yer. Ahmed Bâdî Efendi, 28 Cemâzilevvel 873/14 Aralık 1468 tarihini vermektedir. (Bâdî, Riyâz-ı belde-i Edirne, Beyazıt Devlet Ktp., nr. 10391, 27. Ayrıca bk. Edirne Salnâmesi, 206).
[8] Mecdî, Şekâik Tercümesi, 83; Hoca Sâdeddin, Tâcü’t-tevârîh, II, 431; Müstakimzâde, Devhatü’l-meşâyih, aynı yer; İlmiyye Salnâmesi, aynı yer; Osman Nuri Peremeci, Edirne Tarihi, İstanbul 1940, 121. Evliya Çelebi, Eski Câmi mihrabı önünde medfun olduğunu kaydeder (Seyahatnâme, III, 267).
[9] Ekrem Hakkı Ayverdi, Osmanlı Mimârîsi’nde Çelebi ve II. Sultan Murad Devri, II, İstanbul 1972, 382.
[10] eş-Şekâ’ik, 60; Mecdî, Şekâik Tercümesi, 81; Hoca Sâdeddin, Tâcü’t-tevârîh, II, 430; Müstakimzâde, Devhatü’l-meşâyih, fotomekanik baskı, İstanbul 1978, 6; İlmiyye Salnâmesi, 327.
[11] eş-Şekâ’ik, 60.
[12] Fahreddin Acemî, Haydar Herevî’den, o da Sadeddin Taftazânî’den icâzet almıştır. Bu silsileyi devam ettirdiğimizde karşımıza bir “paradigma” çıkar. Osmanlı’ya hakim olan bu anlayış, İbn Sînâ-İmam Gazzâlî düşüncesini elekten geçirerek aktarmış olan Fahreddin Râzî’nin temsil ettiği yaklaşımdır. Genel değerlendirmeler için Bk. Bekir Karlığa, “Osmanlı Düşüncesinin Oluşumu”, Osmanlı, Ankara 1999, VII, 28-37; M. Hulusi Lekesiz, “Osmanlılarda Sünnî-Hanefî Geleneğin Oluşmasında Ulemânın Rolü”, Osmanlı, Ankara 1999, VIII, 80-84.
[13] Taşköpkülüzâde, a.g.e., 152; Hasan Beyzâde, Târih-i Hasan Beyzâde, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 2136, vr. 138a; Müstakimzâde, Devhatü’l-meşâyih, 13; İlmiyye Salnâmesi, 339; Repp, a.g.e., 107.
[14] Hurûfîlik, Fazlullah Hurûfî’nin (ö. 796/1394) kurup geliştirdiği, harflerin esrarına dayanan bâtınî bir akımdır. Geniş bilgi için bk. Abdülbaki Gölpınarlı, Hurûfîlik Metinleri Kataloğu, Ankara 1973; a.mlf., Bektaşîlik-Hurûfîlik”, Şarkiyat Mecmuası, sy.: 5, 1964, 15-29; Hüsamettin Aksu, “Hurûfîlik”, DİA, XVIII, 408-412.
[15] eş-Şekâ’ik, 60-61; Mecdî, Şekâik Tercümesi, 82-83; Hoca Sâdeddin, Tâcü’t-tevârîh, II, 431; Hüseyin, Bedâyiu’l-vekâyi’, faksimile neşir, A.S. Tveritinova, Moskova 1961, I, 153b-154a; Müstakimzâde, a.g.e., 6-7; İlmiyye Salnâmesi, 327-328. Şekâik müellifi, sadece reislerinin yakıldığını (61), Evliya Çelebi de, yüzlerce kişiyi dalâlete sürükleyen bu insanlardan on altı kişisinin yakıldığını (Seyahatnâme, III, 267) kaydeder.
[16] Bk. Halil b. İsmail, Menâkıb-ı Şeyh Bedreddin (nşr. A. Gölpınarlı-İsmet Sungurbey), İstanbul 1967, 117-121; Ahmet Yaşar Ocak, Zındıklar ve Mülhidler, İstanbul 1998, 176.
[17] Mecdî, Şekâik Tercümesi, 83.
[18] Peremeci, Edirne Tarihi, 114; Meriç, Edirne’nin Tarihî ve Mimârî Eserleri Hakkında, 15.
[19] Tayyib Gökbilgin, “Edirne Şehri’nin Kurucuları”, Edirne Armağanı, Ankara 1965, 164; Meriç, a.g.e., aynı yer.
[20] Rifat Osman, Edirne Rehnümâsı, yayınlayan: Ratip Kazancıgil, Edirne 1994, 105. Ayrıca bk. Rıfkı Melûl Meriç, Edirne’nin Tarihî ve Mimârî Eserleri Hakkında, İstanbul 1963, 10.
[21] Süleymaniye Ktp., H. Hüsnü Paşa, nr. 527 (39a-41a); Aynı Ktp., Esad Efendi, nr. 669 (106a-109b).