وَمَا كَانَ اللّٰهُ لِيُعَذِّبَهُمْ وَاَنْتَ ف۪يهِمْۜ وَمَا كَانَ اللّٰهُ مُعَذِّبَهُمْ وَهُمْ يَسْتَغْفِرُونَ
“Sen içlerinde olduğun ve pişman olup tövbe ettikleri halde Allah onları kökten yok etmeyecek.” (Enfal 8/33)
“Ne zaman kopacak?” diye sana kıyametin saatini sorarlar. De ki: “Onun hakkındaki bilgi sadece Rabbimin katındadır. Vakti geldiğinde onu gerçekleştirecek olan da ancak O’dur.(A’raf 7/187)
Hz. Cebrail sordu: Kıyamet ne zaman kopacak?
Hz. Nebi cevap verdi: Ne sen bilirsin onu ne de ben! (Müslim “İman” 1)
“…kıyamet senaryolarına bir yenisi eklendi. Güya Einstein diyesiymiş ki: “Balarıları toplu şekilde ölmeye başlayınca kıyameti bekleyin.”
Kıyamet korkusu insanoğlunda kökleşmiş bir duygu. Bu hususta her tür kehanete, senaryoya kulak kabartıyor.
Arılar ölürken ben Bağdat’ta bir hasta çocuk ile annesini düşünüyorum. Kadın her tehlikeyi göze alarak belki bulurum bir ilaç diye kendini sokağa atıyor. İlaç bulabilecek mi? Eve dönebilecek mi? Çocuğu iyileşecek mi?” (Mustafa Kutlu, Yeni Şafak, 16 Mayıs 2007)
Bağdat’ın bombalandığı yıllar. Siz buna bugün Suriye’yi, Yemen’i, Filistin’i, Libya’yı… ekleyin.
*
Önce art arda gelen depremler sonra koronavirüs belası. Bir kıyamet söylemi patladı gitti. “Kıyamet geldi, aha da koptu kopacak…” Allah akıl, fikir versin! Aklı kullanmayınca bilgi, bilgi olmayınca fikir de olmuyor işte. Ney deyim vallahi?
Yüce Allah buyuruyor ki, “kıyametin zamanını benden başka kimse bilemez.” Rahmet Elçisi Hz. Nebi, “Ben bilmem, Cebrail de bilmez.” Birileri de çıkmış ha bire konuşuyor: “Kıyamet koptu kopacak” Hay senin dilini eşek arası soksun diyeceğim de, kıyamam. Çoluğun, çocuğun, etrafın, yakının, konun, komşun. Eh sen de bir Allah kulusun. Yaşa da, azıcık dilini tutarak yaşa. Lafa gelince dilimiz maşallah pabuç. Tedbire gelince köşe bucak saklambaç.
Bakın koronavirüs denen bir bela çıktı! Zengin-fakir, genç-yaşlı, kadın-erkek hiç ayırt etmiyor vallahi. Şappadanak yapışıyor. Burnunda girip ciğerinden çıkıyor. Sonra dağ gibi adamları deviriyor. Ne ciğerlere kor ateşler düşürüyor! Oturalım da azıcık evimizde; canımızı, cananımızı, eşimizi, dostumuzu, konumuzu, komşumuzu, ahbabımızı… koruyalım. Biz ne yapıyoruz? Ne dilimizi tutuyor ne kendimizi. İki gün yasak çıktı diye cümbür cemaat dışarı döküldük; neredeyse bakkalı, marketi, fırını, lokantayı eve taşıdık… Allah gözümüzü doyursun emi! Keşke hırsımız, gözümüzün büyüklüğü kadar olsaydı.
Ah benim iki gözüm! Ben bunları önce kendime sonra aklı başında, iradesi elinde, vicdanı kalbinde olanlara söylüyorum. Öbürleri mi? Onlara da söyleyelim. Söylemek bize, gerisi Allah’a.
Kıyamet kopacak bu kesin. Bundan kaçış da yok, kurtuluş da. Yalnız mesele bu değil. Mesele, kıyamet ne zaman kopacak takıntısı. Kısaca kıyametçilik!
Hâlbuki her kişinin ölümü, kıyametin kopması. Onun için artık kıyamet yeniden diriliş. Kıyamet kime kopacak öyleyse? Birilerine kopacak o belli! Ne zaman, kime? Bunları ancak Allah bilir. Ölümün de kıyametin de vaktini gizlemiş Yüce Rabbimiz. Kimin aklına gelirdi, bir virüs gelecek bu kadar kişi ölecek?
Gelelim esas konuya: Yukarıda ayeti verdim. Yüce Rabbimiz bize iki güvence veriyor: Birincisi Rahmet Elçisi Hz. Nebi, İkincisi günahlarından pişmanlık duyan Müslüman. Bu ikisinden biri olduğu sürece kıyameti bekleme. Çünkü Yüce Allah’ın vaadi ve güvencesi var. O verdiyse güvenceyi, iş bitti! Rahmet Peygamberinin vefatından sonra kutlu arkadaşları ne güzel demiş: “İki güvencemiz vardı, biri gitti, kaldı öteki.” Niye böyle demişler? Efendim yukarıdaki ayeti tam de böyle anlamışlar. Kimler? İbn Abbas, Ebû Musa el-Eş’arî, Ebû Hureyre… daha niceleri.
Hz. Nebi vefat etti, peki kalan ne?
Günaha duyarlı, pişmanlık duygusunu henüz yitirmemiş Müslüman.
O zaman kıyametçilik yapanlarda şu iki durumdan biri var: Bunlar ya imanlarına güvenmiyorlar ya da cahiller. A be kardeşim! İmanına sahip çık ve güven da. Göğsünü gere gere “Elhamdülillah ben Müslümanım” de. Bilmiyorsan öğren yahut sor! Bir kişiye değil on kişiye. Birine aklını kiralama! Soran dağları aşmış, sormayan düz yolda şaşmış!
“Efendim bugün de Müslüman mı kaldı ki?” diyen bazı kendinden bilgiçler var. Hele bir de metafizik, astroloji, parapsikoloji; cincilik, rüyacılık, falcılık, tılsımcılık; tektipçilik, kökencilik, köktencilik veya komploculuk takıntıları varsa, aman ha, uzak dur! Ulu Nebi’nin getirdiği, seçkin âlimlerin aktardığı neyine yetmiyor! Uyanık ol, sabahın aydınlığının Rabbine sığın!
Doğrudur. İbadetlerimiz zayıf, ahlakımız vah vah, vicdanımız yerlerde; kibrimiz dağlarla yarışta, hırsımız gemlenmez kısrak, arzularımız ışık hızında; bencillik üstümüze çökmüş, diğerkâmlık yok olup gitmiş, nefsimiz azmış, hevesimiz kabarmış… say sayabildiğin kadar.
İyi de herkes mi böyle?
Hah, orada dur işte! Efendim insanlar çeşit çeşit. Müslüman da bir o kadar çeşit. Öyle olunca yukarıdaki kusurların hepsi olan da var, hiçbirisi olmayan da. Zaten olmayanı tespit neredeyse imkansız. Onlar mütevazı. Öyle ulu orta görünmez, her yerini göstermez, her şeyini ortaya dökmez… Biz dökülüp saçılanları gördüğümüz için hepsini öyle sanırız ve yanılırız…
Sen her Müslümanı bana niye kıyas edersin be kardeş. Benim üzerimden kocaman bir genelleme yaparsın.
Ne buyurmuş Rahmet Elçisi gözbebeği arkadaşlarıyla sohbetinde: “Öyle zaman gelecek ki, sizin yaptığınızın onda birini yapan kurtuluşa erecek!” “Ümmetim içinde hakkı destekleyen bir topluluk her daim bulunacaktır. Onları yalnız bırakanlar asla zarar veremeyecektir, Allah’ın emri gelinceye kadar.” Buyurun size bir değil iki güvence! Demek ki, amelin az olmasına bakma, kalpte iman sağlam olsun, hak ve hakikati destekleyen bir topluluk bulunsun yeter. Zaten iman kalptedir, kalıpta değil. Kalpler de Allah’a açık, kullarına kapalı. Ne sen bilirsin ne de öteki!
Ah efendim! Gayb ve kalp konusunda bir türlü sınırlarımızı öğrenemedik. Durumumuz iyi görünmüyor. Kıyametçiler, sanki geleceği; tekfirciler de, sanki kalpte olanı tereddütsüz biliyorlar. Öyle kesin konuşuyorlar ki! Sanırsınız, Allah her şeyi onlara açmış. Hey gidinin gafilleri!
Rahmet Elçisi “kıyamet kafir, müşrik, zalim, gaddarlar üzerine kopacaktır” buyurmuş. İnananlar bir şekilde dünyadan ayrılacak, tıpkı geçmişte helak edilen kavimlerin arasından ayrılıp çıktıkları gibi. Yeryüzünde artık inanan kalmayacak ve kıyamet kopacak. Alın size üçüncü bir güvence.
Pe ki bu kadar kıyamet alametini Yüce Allah ve Rahmet Elçisi boşuna mı bildirdi?
Doğru. İşin bir de bu tarafı var.
Efendim bunlar elhâk gerçek. Ancak hele bir sor bakayım, bunların hikmeti ne? Her sakallıyı hacı, her tespih sallayanı berduş zannetme.
Sevgili kardeşim, kıyamet alametlerinin hikmeti, ölümü hatırlamak ve adam gibi bir hayat yaşamak için uyarı! Müslüman her an ölecekmiş veya her an kıyamet kopacakmış gibi yaşar. Sorumlu, bilinçli, hak-hukuku gözetir ve en önemlisi Allah her an kendini görüyor duyarlığında. Yaptığını tam yapar, kalitesini ortaya koyar. İster dünya işi olsun yaptığı, ister ahiret.
Ne buyurmuş Ulu Nebi, “Elinde bir fidanı dikerken kıyamet kopuyor olsa, sen fidanı dikmeye devam et.” Bu ne demek şimdi? Allah’ın işine karışma, sen kendi işine bak! Zira kıyamet O’nun işi. Şu emri dinle: “Ey inananlar! Siz kendi üzerinize düşeni yapın. Doğru yolda gittiğiniz takdirde, yanlış yola sapanlar size asla zarar veremez.” (5/105) Bir başka uyarı: “Bilgin olmayan veya bilemeyeceğin bir şeyin ya da her şeyin peşine düşme. Çünkü göz, kulak ve kalp hepsi, ondan sorumludur.” (17/36)
Biz esas yeniden diriliş sonrasını düşünelim: “Şaşkın kalkacak, hesap yerine koşacak, duruuun denilecek, nereye gidiyorsunuz, hesap vereceksiniz, gelin beri, okuyun şu doldurduğunuz defteri… Bilerek ve dileyerek bu gün yaptığımız her şey, o gün sorulacak.”
Burada efelenmek kolay! Allah vermiş bir özgürlük, doğumla ölüm arası, kullan tepe tepe. Yap istediğini, söyle dilediğini. Orada görelim! Eğilen selvi boyları, bükülen dimdik boyunları… Allah bizleri korusun!
İnşallah, anlaşılmıştır efendim!
Eh, bir de okuyan yazandan ârif gerek…
Kaynakça:
Matüridî, Te’vilât Ehli’s-Sunne, nşr. Fatıma Yusuf el-Hiyemî, II, 346-347.
Ebü’l-Leys, Tefsîru’s-Semerkandî, Beyrut 1427/2006, II, 16.
Farheddin er-Razî, et-Tefsîru’l-Kebîr, İhyau’t-Turasi’l-Arabî, XV, 157-158.
Bezzâr, Müsned, XIV, 17.
Nevevî, Riyazü’s-Sâlihîn, nşr. Suphi Salih, s. 982, 985 (H. No: 1806,1808, Müslim’den naklen)
Mansur Ali Nasıf, et-Tâc, V, 203, 338, 357 (Müslim, Tirmizi ve Ebû Davud’dan naklen)
23 Şaban 1441/16 Nisan 2020
Cağfer KARADAŞ