Kudüs bölgesi ve Mescid-i Aksa âyet ve hadislerde kutsiyetine atıfta bulunulan mekânlardır. Hz. İbrahim’den itibaren birçok peygamberin nefeslerinin hissedildiği, ayaklarının bastığı yer olması hasebiyle fazilet açısından hadislere konu olmuştur. Yine hadislerde kutsiyetine işaret edilen Şam bölgesinde yer almasından dolayı Mescid-i Aksa İsrailoğulları’a gönderilen peygamberlerin tevhid mücadelelerine şahitlik etmiştir. Hz. İsa’nın hacc yaptığı mekân olarak kabul edilmiş son olarak da peygamberimizin mi’rac yolculuğunda ilk durağı olmuştur. Bu açıdan konuya bakıldığında Kudüs ve Mescid-i Aksa Yahudilik, Hristiyanlık ve tevhid dinlerinin sonuncusu olan İslam dini açısından kutsal kabul edilen bir mekândır. Müslümanlar için büyük önem taşıyan bu bölgenin kutsiyetini âyet ve hadisler çerçevesinde ele alınması büyük önem taşımaktadır.

Hakkında pek çok eser yazılan Kudüs’ü Müslümanlar çeşitli isimlerle yâd etmişlerdir. Bunların başında bereket ve mübarek anlamlarına gelen “Kudüs” yer almaktadır. Ayrıca  “Medinetü’s-Selam, Yebûs, İliyâ, Beyt-i Makdis ve Kuds-ü Şerif” olarak meşhur olan Kudüs şehri ilahi dinlerin göz bebeğidir. Yahudiler ise Kudüs’ü; Yebûs, Siyon, Medinetü’d-Dâvûd, Ariel, Adalet Yurdu, İnananlar şehri, Doğruluk şehri, Barış şehri, Orduların rabbinin şehri, Tanrı’nın şehri ve Mukaddes Şehir isimleriyle anmışlardır.

Davud alehisselamın hâkimiyetine girdikten sonra Kudüs’e Medinetü’d-Dâvûd adı verilmiştir. Hz. Ömer zamanında Müslümanlar tarafından gerçekleştirilen fetihten sonra ise bu mübarek şehre Beyrü’l-Makdis, Beytü’l-mukaddes, Kuds-ü Şerif, Medinetü’l-Mukaddese gibi isimler verilmiştir. Kudüs Hz. İbrahim’den itibaren birçok peygamberin yaşadığı bir bölgede bulunması, Hz. Süleyman tarafından inşa edilen Beytü’l-Makdis’i bünyesinde barındırması, ıslah kabul etmez İsrailoğulları’na gönderilen peygamberlerin tevhid mücadelelerine mekân olması açısından semavi dinlerce önemli bir konuma sahiptir.

Kudüs Yahudi inancında olduğu gibi Hristiyanlık inancında da en önemli ziyaret yerlerinden biri olmuştur. İslam inancı açısından ise Müslümanların ilk kıblesi olan Mesci-i Aksayı bağrından barındırması ve Peygamberimizin İsra ve Mi’raç mucizesine şahitlik etmesi, ona fazilet kazandıran sebeplerin başında gelir. Nitekim Mescid-i Aksa’nın ve Kudüs’ün faziletine bir ayette şöyle işaret edilmiştir: “Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye, kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Harâm’dan, etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya (İsra-gece yürüyüşü- ile) götüren (Allah’ın, her türlü noksanlıktan) şanı yücedir…(İsra Suresi XVII/1)”.

Mescid-i Aksa’nın Özellikleri:

İslam âlimleri tarafından Mescid-i Aksa’nın fazilet ve kutsiyetine dair birçok özellik zikredilmiştir. Bunların belli başlıları şunlardır: I. Mealini arz ettiğimiz İsra Suresi’nin ilk ayetinde de görüldüğü gibi Mescid-i Aksa’nın hem kendisi hem de çevresi mübarek ve bereketli olarak vasfedilmiştir. Müslümanlar nazarından Mescid-i Aksa’ya kutsiyet kazandıran ilk özellik budur. II. Mescid-i Aksa İslam’ın ilk kıblesi olması sebebiyle Müslümanlar nazarında kutsaldır. Sahabeden Berâ b. Âzîb kanalıyla gelen bir rivâyette şu bilgi yer almaktadır: “Hz. Peygamber (s.a.v)  on altı veya on yedi ay Beytü’l-Makdis’e yönelerek namaz kıldı.   Ancak o Kâbe’ye doğru döndürülmeyi arzu ediyordu. Bunun üzerine, “Biz senin yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu görüyoruz” (Bakara Suresi II/144) ayeti indirildi ve peygamberimiz Kâbe’ye doğru yöneldi.” (Buhari, “Salat”, 31). III. Mescid-i Aksa, Mescid-i Haram’dan sonra yeryüzünde inşa edilen ikinci mescid olması hasebiyle Müslümanlar katında kutsiyet kazanmıştır. Ebu Zer (r.a)’den nakledildiğine göre şöyle demiştir: Ya Resülallah yeryüzünde inşa edilen ilk mescid hangisidir? diye sordum. Peygamberimiz, “Mescid-i Haram’dır” buyurdu. Sonra hangisi dedim “Mescid-i Aksa” buyurdu. İkisi arasında ne kadar zaman vardır diye sordum “kırk yıl” dedi. Sonra şöyle buyurdu: “Ey Ebu Zer! Bütün yeryüzü senin için mesciddir” nerede namaz vakti gelirse orada namazını kıl” buyurdu (Buhari, “Enbiya”, 10). IV. Mescid-i Aksa ilk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem’den son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.)’e kadar gelmiş geçmiş bütün peygamberlerin uğrak yeri olan yeryüzündeki tek kutsal mekândır. Peygamberimiz (s.a.v) Mi’rac gecesinde bütün peygamberlere orada namaz kıldırarak Mescid-i Aksa’ya İslami bir hüviyet kazandırmış kendisinden önceki peygamberlerin kutsal değerlerini miras olarak almış İslam dininin bütün bu kutsal değerleri kapsadığını ilan etmiştir. V. Mescid-i Aksa’nın mi’rac gecesi peygamberimizin yürütüldüğü mecsid olması dolayısıyla kutsiyet kazanmıştır. Peygamberimiz o gece yeryüzünde inşa edilen ilk mescidden ikinci sırada inşa edilen mescide yürütülmüş olmakla her iki mescidin faziletine ve şerefine nail olarak iki kıbleyi de görmüştür. VI. Mescid-i Aksa’nın en büyük özelliklerinden birisi de yeryüzünde Deccâl’in giremeyeceği mekânlardan birisi olmasıdır. Bir hadiste şöyle buyrulmuştur: “Deccâl, dünyada kırk gün kalır ve yetkisi her yere ulaşır, ancak şu dört mescide giremez: Ka’be, Mescid-i Nebevi, Mescid-i Aksa ve Mescid-i Tûr” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 434-435). VII. Mescid-i Aksa’nın en büyük faziletlerinden birisi de sırf ibadet kastıyla ziyaret edilmesi tavsiye edilen üç mescidden biri olmasıdır. Ebu Hureyre kanalıyla gelen bir hadislerinde Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “İbadet için sadece şu üç mescide yolculuk yapılır: Mescid-i Haram, Mescid-i Nebi ve Mescid-i Aksa (Buhari, Mescid-ü Mekke, I/6; Müslim “Hacc”, 511-512). Bu hadisin taşıdığı hüküm içerikli değerleri şöyle sıralamak mümkündür: I. Bu üç mescid diğer mescid ve mabetlerden üstün ve faziletlidir. II. Bu üç mescid için yolculuk yapmak meşrudur. III. Bu üç mescidden başka herhangi bir mescid için yolculuk yapmak gerekmez.

Yolculuk yapılması teşvik ve tavsiye edilen bu üç mübarek mescidin özelliklerine gelince: I. Bu mescidlerin üçü de peygamberler eliyle inşa edilmiştir. II. Mescid-i Haram ve Mescid-i Aksa kıble, Mescid-i Nebi ise İslam’ın kurul-luş merkezi, ilk mescidi ve İslam medeniyetinin ilk müessesesidir. III. Bu üç mescidi ziyaret başlangıçtan beri tevhid ehliniin büyüklerinin, hizmetlerini, mücadelelerini anmaya vesiledir. IV. Bu mescidlerin üçü de tevhid dini olan İslam’ın şeairindendir. Şeaire saygı göstermekte ila-i kelimetullah için cihad etmektir.

Kudüs, Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam gibi üç semavi din ve mensuplarınca kutsal bir mekân kabul edilmekle birlikte insanlıktan intikam almayı gaye edinmiş olan Siyonist Yahudiler eliyle işgale uğramıştır. 1917 tarihinden itibaren Kudüs’teki yerli Müslüman ve Hristiyan nüfusu büyük çoğunluğu teşkil etmelerine rağmen giderek azalmaya başlamıştır. Kudüslü Arapların yerine Yahudilerin yerleştirmesiyle İslami karakterini yitirmeye başlamıştır. Özellikle 1917-1920 yılları arasında İngiliz hükümetinin Yahudi göçüne izin vermesiyle Kudüs ve Filistin toprakları çatışmalara sahne olmaya başlamış ve 1948 Arap -İsrail savaşında İsrail Batı Kudüs’ü işgal etmiştir.  İki sene sonra yani 1950’de Birleşmiş Milletler kararlarına aykırı olarak Batı Kudüs’ü baş şehir ilan etmiş, 1967 Arap-İsrail savaşında ise şehrin tamamını işgal ederek Yahudileştirmeye hız vermiştir. 21 ağustos 1980’de ise doğusu ve batısıyla Kudüs’ün İsrail’in baş şehri olduğunu ilan etmiştir.

İki milyara yakın İslam dünyasının varlığına rağmen on milyonu bulmayan Yahudilerin gücü İslam izzetini kaybetmiş olan Müslümanlardan kaynaklanmaktadır. Yahudilerin “Adalet Yurdu ve Barış Şehri” olarak isimlendirdikleri Kudüs’te hak hukuk tanımamaları, terör estirmeleri, Müslümanlara kan kusturmaları ve hayat hakkı tanımamaları İsrail’in gücünden değil Müslümanların İslam izzetini ve Müslüman şahsiyetini kaybetmiş olmalarından kaynaklanmaktadır. Sevban (r.a)’dan rivayet edildiğine göre Peygamberimiz (s.a.v) on dört asır önce ümmetinin bugünkü perişan halini şu ifadelerle tavsif etmiştir: “Yakın gelecekte aç insanların yemek çanaklarına üşüştükleri gibi diğer ümmetler sizin üzerinize saldıracaklar.” Sahabeden biri Y Resülallah o gün sayımızın az olmasından mı böyle olacak? diye sordu. Peygamberimiz bu suale, “Bilakis o gün siz sayı bakımından çok olacaksınız, fakat suya kapılmış saman çöpü gibi (İslami şahsiyetinizi kaybetmiş) olacaksınız, Allah düşmanlarınızın gözlerindeki heybetinizi çekip alacak ve kalplerinize vehn duygusu koyacak” sual sahibi bu defa vehn nedir Ya Rasülallah diye sorunca Peygamberimiz, “Dünya sevgisi ve ölümden hoşlanmamaktır” buyurdu. (Ebu Dâvûd, “Melahim”, 5).

Hakk veya batıl her hangi bir dava ve inanç ona inananların ihlas ve samimiyetleri ölçüsünce yükselir. Bugün Siyonist İsrail Devleti İsrail imparatorluğu hayaline adım adım yaklaşmışsa bunun tek sebebi inandıkları davalarını samimiyetle gerçekleştirmeye çalışmalarıdır. İlk İsrail başbakanının söylediği “Biz İsrail devletini kurmak için 24 saat çalıştık. Bizi yıkmak isteyenlerin 25 saat çalışmaları gerekir.” sözü bütün Müslümanlar için büyük ibretler içermektedir. 1967 Arap-israil savaşı sırasında fıkralara konu olan bir Yahudi ile Müslüman arasındaki şu karşılıklı konuşma da başka bir ibret vesikası mahiyetindedir. Yahudi Müslümana şöyle der:

-Sizin inancınıza uygun olarak kitabınızın haber verdiğine göre bizimle savaşırken size yardım etmek için gökten melekler indirilecekti. Ne oldu melekleriniz size yardıma gelmedi biz savaşı kazandık. Müslümanın Yahudi’ye verdiği cevap şu olmuştur:

– Melekler geldi de hangi grubun Müslüman olduğunu kestiremedikleri için geri gittiler.

İslam ümmetinin içerisine düştüğü zillet ve perişanlıktan kurtuluş reçetesi mahiyetinde olan bir ayette şöyle buyrulmuştur: “Ey iman edenler! Siz kendinize bakın! Hidayete erdiğiniz takdirde, delâlete düşenler size zarar veremez…” (Maide Suresi, V/105). Âyete bağlı olarak peygamberimiz (s.a.v) da Sevban (r.a) kanalıyla gelen bir hadislerinde şöyle buyurmuşlardır: “Ümmetimden bir grup hakkı tutup desteklemeye kıyamete kadar devam edecek, kendilerini perişan etmek isteyen düşmanları onlara zarar veremeyecektir.” (Müslim, “İmaret”, 53). Hadisin müjdelediği bu grup savaşı da rahmet ve tebliğ eylemine dönüştürmeye muvaffak olacaklardır. Çünkü peygamberimiz (s.a.v) Huzeyfe (r.a)’den rivayet edilen bir hadislerinde şöyle buyurmuşlardır: “Ben Muhammd’im, ben Ahmed’im, ben rahmet peygamberiyim, tövbe peygamberim, hâşir’im, mukaffiyim (son peygamber), savaşlar peygamberiyim” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 405).

Risalet başlı başına rahmet vesilesidir. Bunu dost-düşman herkes kabul etmektedir. Ancak bu hadiste ifadesini gördüğümüz savaşın rahmet vesilesi olmasını anlamak kolay bir iş değildir. Bu ancak savaş esnasında düşmana karşı uygulanacak muamele ile anlaşılabilir. İslam inancına göre savaş esnasında ben de Müslümanım diyen düşmana dokunulmaz. Düşman canını kurtarmak için yalan söylemiş bile olsa onu öldüren büyük bir vebal yüklenmiş olur.

Batılı emperyalistlerin elinde yakma, yıkma, yağmalama soykırımı, kültür katliamı ve çapulculuk olan savaş, peygamberimizin ve onun sünnetini uygulayan Müslümanların elinde rahmet eylemine dönüştürülmüştür. Ortadoğu ve Filistin’de icra edilen yıkım hareketleri Siyonistlerin elinde İsrail imparatorluğuna yaklaştıran adımlar olarak zannedilmekte ise de bize göre bu yaşananlar İsrail’in kaçınılmaz sonunu hızlandırmaktadır. Ebu Hureyre (r.a) kanalıyla gelen şu hadis buna işaret etmektedir: “Müslümanlar Yahudilerle savaşmadıkça kıyamet kopmaz. Bu savaşta Yahudiler canlarını kurtarmak için ağaçların ve taşların arkasına saklanacaklar, ağaçlar ve taşlar dile gelip Ey Müslüman! Benim arkamda bir Yahudi saklanıyor gel onu öldür diye Yahudileri ihbar edecek” (Buhari, “Cihad”, 92). Bu hadis hiçbir milletin kaderinden ve mukadder sonundan kaçamayacağını ortaya koyarken paranın gücünü kullanarak oluşturdukları lobilerle Amerika’nın ve bazı gafil Müslüman yöneticilerin desteğini sağlayan Siyonist Yahudilerin bir gün bütün kamuoyu desteğini yitireceğini, hatta kâinatın bütün unsurlarıyla Yahudilerin aleyhine geçecekleri acı gerçeğini ortaya koymaktadır.

Bu hadisin peygamber sözü olduğunu ve tezahürü olan Müslümanların henüz zuhur etmediklerini Yahudilerde kabul etmektedirler. Bir Müslümanla Yahudi arasında geçen karşılıklı şu konuşma bu gerçeğe işaret etmektedir: Müslüman Yahudi’ye şöyle der:

-Siz Filistinlilere zulmediyor, kan kusturuyor ve topraklarını işgal ediyorsunuz. Peygamberimizin haber verdiğine göre Müslümanlar size haddinizi bildirecek, canınızı kurtarmak için ağaçların ve taşların arkasına saklanacaksınız. Yahudi Müslümana ibret dolu şu hakikati dile getirerek şöyle demiştir:

– Hadisin haber verdiği o Müslümanlar siz değilsiniz o Yahudiler de biz değiliz.

İsrail’in ilk Türkiye büyükelçisi bir âlimle görüşmek istediğini söyler. Hülasatü’l-Beyan tefsirinin müellifi Konyalı Mehmed Vehbi Efendiyi tavsiye ederler. Büyükelçi ile hoca efendi arasında gerçekleşen diyalogda büyükelçi hoca efendiye sorar:

-Sizin peygamberiniz Müslümanlarla Yahudiler arasında büyük bir savaşın çıkacağını, Yahudilerin bu savaşı kaybedeceği, canlarını kurtarmak için ağaçların ve taşların arkasına saklanacaklarını söylediğini naklediyorsunuz. Hoca bak biz yok olmadık ve Filistin’de bir devlet kurduk. Mehmed Vehbi Efendi İsrail büyükelçisine şu sözlerle mukabelede bulunur:

-“Ben sahihi Buhari’yi tercüme ederken söz konusu bu hadise gelince kendi kendime, Ya Rabbi! Senin peygamberinin söyledikleri doğrudur. Ama Yahudiler bütün dünya satına yayılmışken bu iş nasıl gerçekleşecek diye düşünüp dururdum. Yahudiler Filistin’de devlet kurduktan sonra dünyanın her tarafından akın akın Filistin’e gelmeye başlayınca sevindim.” Büyükelçi niçin sevindiniz diye sorunca hoca efendi yedi şiddetinde deprem etkisi yapan bir tokat gibi Yahudi’yi sarsan şu cevabı verir:

-Çünkü işimizi kolaylaştırdınız. Sizi yok etmek için dünyanın her tarafını dolaşma zahmetinden bizi kurtardınız. Milletinizi yok edip devletinizi yıkacağız ve milletlerin başına bela olmanıza mani olacağız inşallah.

Yakın tarihte cehenneme uğurladığımız İsrail eski Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e birisi, Kur’an, Yahudilerin Müslümanlar eliyle perişan edileceklerini söylüyor buna ne diyorsun? diye sorar. Şimon Peres şu karşılığı verir: Kur’an’ın haber verdiği o Müslümanlar gelsin düşünürüz.