– Bazı insanlar da Allaha inandıklarını söyledikleri halde onun her konudaki müdahalesini kabullenmekte güçlük çekerler. Bu kulluk kaçakları kulluktan kaçabilirler mi gerçekten?
-Ne münasebet ! “Cenab-ı Hak padişahları küçük bir kapı gibi yarattı. Dünyaya bağlananlar Cenab-ı Hakka secde edemez de onlara secde eder. Köpeklere ancak aşağılık kimseler eğilir. Nasıl ki farelere hükmeden kedidir, fare kim ki aslandan korkmaya layık olsun. Müminler “Hak en yücedir” diye zikreder; bu ahmakların Rabbıysa başka kullardır. Ey çanak yalayıcı! Madem ki senin velinimetin o hasistir, sen de yürü kase yalayıcıya git.. (3/114 )
Oysa Cenab-ı Hakgayurdur;hiçbir konuda ortak kabul etmez. Otoritesi mutlaktır. Peki onu paylaşmaya kalkanlara ne olur? Ne olacağını şu sevimli hikaye bize söylesin :
Kurt tilki ve aslan:
Kurt tilki ve aslan arkadaş olup ava çıktılar.Aslında aslanın avlanmada berikilere hiç ihtiyacı yoktu ama onların kendisinden istifadesi için bu arkadaşlığa tenezzül etmişti. Aslan sırayla bir yaban öküzü, bir yaban keçisi ve bir tavşan avladı ve imtihan kastıyla kurda ;
-Hey kurt, karnımız acıktı gel de şu avladıklarımızı benim yerime pay ediver, dedi. Kurt kendince paylaşmaya başladı:
-Bu yaban öküzü size yakışır, zira o da iri siz de irisiniz. Büyüklük bakımından yaban keçisi bana münasiptir. Eh, şu tavşan da tilkiye yeter de artar bile,dedi. Aslan bu taksimden gazaba geldi ve bir pençeyle kurdu öldürüp yere serdi. Daha sonra tilkiye döndü ve :
-Bir de senin paylaştırmanı görelim, dedi. Tilki hemen secdeye vardı ve:
-Ey padişah, öküz sizin sabah kahvaltınız olmaya layıktır, yaban keçisi öğle yemeğiniz, tavşan ise akşam şekerlemenizdir. Sizin artıklarınız da benim canıma minnettir,dedi. Aslan bu taksimi beğendi ve:
-Aferin sana tilki ! Bu güzel paylaştırmayı kimden öğrendin,diye sordu. Tilki yerde yatan kurdu gösterdi:
-Şu yerde yatan akılsızdan.
Aslan dedi ki :
-Madem ki edebini bildin ve bir yerde iki padişah olamayacağını anladın, buyur üç avın üçü de senin olsun.Benim bunlara ihtiyacım yok.dedi.. (1/119)
–Demek ki kulluk bilincinin gereklerinden biri her şeyde Allahın mutlak iradesini görmek ve ona ortak koşmamak. Sanırım rıza dediğimiz şey de bu fark edişten kaynaklanıyor.
-Çok doğru. Bak aşağıdaki nükte de tam bunu anlatmakta:
Rıza şükürdür:
Cenab-ı Hak bir gün Hz. Musaya:
-Bana hakkıyla şükret,buyurdu. Hz.Musa şöyle niyaz etti:
-Ya Rabbi, sana hangi kul hakkıyla şükredebilir ki? Cenab-ı Hak:
-Gerek rahmet, gerek zahmet, gerek lutuf, gerek kahır sana her ne gelirse hepsini bir bilirsen bana hakkıyla şükretmiş olursun ,buyurdu.
Yinebir günCenab-ı Hak Hz.Musaya:
-Ya Musa ben seni seviyorum, buyurdu. Musa bu iltifatla mest sordu:
-Ya Rabbi! Sevdiğin şey hangi özelliğimse onu bileyim de onu daha da arttırayım.Hak Taala şöyle buyurdu:
-Çocuk dayak yediğinde yine kendisini döven anasına sığınır. Başkasından şefkat istemez. Senin de hayırda ve şerde sığınağın biziz. Rızamızı celbeden işte bu halindir.
–Ne hoş..Peki rıza konusunda bundan ilerisi de var mı?
-Evet var.Şimdi de bu bilincin ulaştığı nihai noktayı görmek için aşağıdaki nükteye bakalım:
Benden iyisi yok?:Behlül bir dervişe;
–Nasılsın, ne haldesin ? diye sordu. O da:
-Bu dünyadaki bütün işler kendi istediği gibi olan biri nasıl olursa öyleyim.Her sabah güneş benim istediğim gibi doğup batmada.Gece yıldızlar benim isteğime göre parlamada, nehirler benim istediğim yöne akmada.Hayat, ölüm, hastalık, sağlık, bunların hepsi tam benim gönlümün muradı üzre… Daha nasıl olayım!
-Peki ama bütün bunlar nasıl senin isteğinle oluyor?
-Değil mi ki bütün bunlar Hakkın irade ve isteğiyle olup bitmekte. Ve madem ki ben de Hakkın takdirine razı olmuş, Onun isteğini istek edinmişim. O halde her şey tam olması gerektiği gibi.”
–Ne güzel ! Teslimiyetin kemali bu olsa gerek. Buradan hareketle şunu sorayım: İman insanın ahiretini kurtarıyor,bu malum.Peki onun bize bu dünyada da kazandırdıkları var mı ?
-Hiç olmaz mı ? Hem de sayılamayacak kadar çok şey var. İnsan zayıftır ve kuvvetli bir sığınak ister, sevmek ister, sevilmek ister..Bütün bunları ancak hakiki dost olan Cenab-ı Hakta bulabilir. Ana babanın dostluğubile Allahın dostluğu karşısında ne kadar zayıf kalıyor:
Üns-i tu ba-mâder ü baba kücâst
K’ez be-cüz Hak munisanterrâ vefâst
Haktan başkasının dostluğunda bir gerçeklik olsaydı,anne ve babanın dostluğunda olurdu. Ama hani onlar? O dostluktan geriye ne kaldı?
Ci’te akreb ente min habli’l-verid
Kem ekul ya ya nidâi lil-baid
İlahi!Sen bana şahdamarımdan yakınken ben uzaktakine çağırır gibi nasıl ya ya diye seslenebilirim! (6/685)
-Yukarıdaki ilk beyitte sanırım ana babanın sevgisini küçümseme yok,sadece acizliklerini ifade söz konusu, değil mi?
–Tabii ki anlatılmak istenen bu. Allahın dostluğundan başka hiçbir dostluk baki kalmaz.-Merhum Nahifinin manzum tercümesiyle-Aşağıdaki beyitlerde bu husus biraz daha açıklığa kavuşturuluyor:
Nice yâr u hemrehe buldun zafer Sana sorsam dersin anlar gittiler
Yâr-ı Salih dahil-i dâr-ı naim Yâr-ı fasık vâsıl-ı nâr-ı cahim
Öyle kaldın ortada sen nâ-tüvan Ateşin guyâ bırakmış kârbân
Yâr u yâver yoktur illâ ol ilah Zir ü bâlâdan münezzeh padişah
Her kudûret buldu fazlıyla safâ- Haktır ancak eyleyen ahde vefa
Har u hasla eyleme ünsiyyetin- Âriyettir anda üns ü ülfetin
Kanda gitti valideyn ünsiyeti- Olsa Hakdan gayrının hayriyyeti
Oldı divar üzre bir pertev ayan Yine oldı şemse ol pertev devan
Meali: Ey dünya yolcusu! Şimdiye kadar ne çok dostun, yoldaşın oldu. Sana, onlar nerede, diye sorsam şöyle dersin:Onlar gitti ! Nereye mi? İyi dostlar cennete, kötüler ise cehenneme. Böylece sen tıpkı göçen bir kervanın geride bıraktığı sönmüş ateş gibi ortada yapayalnız ve çaresiz kalıverdin.Herhalde şunu anladın ki yerden de gökten de münezzeh olan, her an her yerde hazır bulunan o Padişahtan başka senin ne dostun ne de yardımcın var!Zaten dostluk ahdine sadık kalan sadece Haktır. O dost olunca da her üzüntü neşeye ve sevince döner. O halde artık sen de çer çöp kabilinden olan sahte ve ödünç dostluklardan, arkadaşlıklardan elini çek! Düşün! Eğer Allahtan başkasının dostluğundan bir hayır görseydin anne babandan görürdün; hani onlar, niçin seni yalnız bıraktılar! Aslında onların sevgisi de Allahın verdiği ödünç bir sevgiydi; sanki duvara yansıyan bir parça ışıktı da o ışık yine ait olduğu güneşe geri döndü.(3/22.)
–Bu beyitlerden de anlaşıldığı gibi insandan vefa beklemek yersiz.. Peki bundan dolayı herkese ve her şeye küselim mi?
Elbette hayır. Çünkü :
Her çi mekrûhest çün şüd o delil
Sûy-ı mahbûb habibest ü halil
Seni sevgiliye götürüyorsa mekruh şeyler de sevimli ve güzeldir. (4/80)
–İlginç bir bakış açısı.. Bununla ilgili bir hikaye var mı?
-Evet var.
Kötülere dua eden vaiz: Bir vaiz her vaaza başlamadan önce bütün günahkarlara asilere, haydutlara hayır duada bulunurdu. Ona:
-Bu adeti nereden çıkardın. Sapıklar için dua caiz ve makbul değil, dediler.
-Ben onlardan çok iyilik gördüm, duam ondan. Bana öyle kötülüklerde bulundular ki iyiliğin kıymetini öğrettiler, neye bel bağlamam gerektiğini hatırlattılar. Aşağılık dünyaya ve dünyadakilere meylettikçe onlar beni döver, söver, tekrar Hakka sığınmama sebep olurlar.O halde onlara nasıl dua etmem!.(4/5) Gerçekte her düşman senin için bir ilaçtır. Onlardan kaçar Hakka sığınırsın.Seni Haktan başka şeylerle meşgul eden dostlarınsa hakiki düşmanlarındır. Mümin porsuk gibi ki dayak yedikçe semirir, cefa çektikçe güzelleşir. Peygamberlerin bunca çile çekmesi bundandır. Hasılı dosttan gelen belalar sen bilmesen de hayrınadır. Kötü kişi de başkasına faydalı olur ama kendisine zararlıdır.
-Dostluğa geri dönersek..Madem ki gerçek dost C.Haktır. Bunun kula yüklediği bir vecibe ve sınanma olmalı..Peki dostluğun sınaması nedir?
-Dostluk vefayla sınanır.Cenab-ı Haktan gelen bazı sıkıntılar da kulun kulluk konusundaki imtihanıdır. Ancak sıkıntılı hallerde bazıları çareyi başka kapılarda arar. Oysa; “Köpek bile bir ekmek verenin kapısından ayrılmaz,ona vefa gösterir.Başka kapıya gitmek o nimete küfürdür. Köpek dahi vefasız olmaktan utanırken sen nasıl vefayı terk edersin”
İşte aşağıdaki hikayekulluktaki vefanın nasıl olması gerektiğine güzel bir örnek:
Kulluk ve padişahlık nasıl olurmuş: Yoksul, aç ve çıplak bir dervişin yolu Herat şehrine uğramıştı. Şehirde dolaşırken gözleri cins atlar üzerine kurulup giden atlas elbiseli, altın kemerli bir gurup soyluya takıldı. Derviş bu asilzadeleri merak ederek oradan geçen birini durdurdu:
-Bunlar nerenin beyleri, emirleri
-Ne beyi ne emiri !Bunlar Herat defterdarının kulları/köleleri..
Bunun üzerine zavallı derviş kendi perişan halini onlarla karşılaştırdı ve başını göğe kaldırarak:
-Ya Rabbi bir kendi kuluna bak, bir Herat defterdarının kullarına ! Kul beslemek nasıl olurmuş gör,dedi.
Bir müddet sonra padişah bir suç isnadıyla defterdarı hapse attırdı ve hazinesinin yerini söyletmek için işkenceler yaptı. Onu konuşturamayınca bu sefer –o ihtişamlı- köleleri işkenceyle konuşturarak bilgi almak istedi. Demir cımbızlarla etleri çekilmesine ve vucutları parça parça olmasına rağmen kölelerin hiç biri efendilerine ihanet etmedi. O gece derviş gaybdan kendisine şöyle seslenildiğini duydu :
-Ey arif, sen de kulluk nasıl olurmuş bu kölelerden öğren !(5/128)
–Demek dostluk gerektiğinde bedel istiyor.
-Evet ama bu bedel layık olana ödenirse zarar söz konusu değil.
“Canını ve tenini layık olana feda edebilene ne mutlu! Herkes kendini bir işte feda eder, ömrünü o yolda harcar ve o uğurda ölür. Bari o kutlu kişi öyle bir yolda feda olmuştur ki onun ölümünde dahi yüzlerce hayat vardır”. (6/3552-54)
Bir Yakarış:”İlahi! Zengin adam, çok cömertlik eder; ama o cömertlik, Sen’in vergine hiç de eşit değil. Zengin adam, külah bağışladı, Sen’se akılla dolu baş verdin. O hırka bağışladı, sense yüce boy verdin. O altın verdi bana, Sen altın sayan el verdin. O katır verdi bana, Sen, katıra binecek akıl verdin. O mum verdi bana, aydın gözüyse Sen verdin. O zengin kişi meze verdi bana, Sen onu yiyecek ağız verdin. O maaş verdi bana, Sen ömür verdin, yaşayış verdin. O ev verdi bana, Sen gök verdin, yer verdin; senin evinde o da yaşar, semirir, onun gibi binlercesi de.. Hem onun verdiği altın da aslında senin; altını o yaratmadı ki… Ekmek de Sen’in; ekmeği ona veren Sen’sin. O bağışı, o cömertliği de sen verdin ona; cömertlik ettikçe neşesini, sevincini Sen artırdın onun!!
Prof. Dr. Cihan Okuyucu