“Molla Lütfi” diye meşhur olan Lütfullah Efendi, Tokatlı’dır. Medrese ilimlerini Sinâneddin Yusuf Efendi’den (Sinan Paşa) (ö. 891/1486) ikmal etti. Ali Kuşçu(ö. 879/1474) İstanbul’a geldiğinde hocasının isteği üzerine onun yanına giderek riyâziyatla ilgili dersler aldı ve bunları Sinan Paşa’ya öğretti. Kütüphânesinin tanzimi için bir kütüphâneci arayan Fatih Sultan Mehmed tarafındane, Sinan Paşa’nın tavsiyesi üzerine, “hâfız-ı kütüb”lüğe getirildi. Bu durum da çeşitli ilimlere olan bilgisinin artmasına vesile oldu.[1]
Fatih Sultan Mehmed, Molla Lütfi’nin hizmetlerinden memnun oldu. Aralarında, latife yapacak kadar sıcak bir dostluk gelişti ise de[2] ne yazık ki bu dostluk fazla sürmedi. Hocası Sinan Paşa’nın, Sultan tarafından sürgüne gönderilmesi üzerine vefâkârlık göstererek onunla beraber Sivrihisar’a gitti. Sultan Bayezid II’nin tahta çıkıp hocasının affedilmesiyle, o da İstanbul’a gelerek tedris hayatına başladı. Günlük kırk akçe ile Bursa Sultan Murad ve ardından sırasıyla Filibe ve Edirne Dârulhadisi (kırk akçe ile[3]), İstanbul Sahn-ı Semân medreselerine müderris oldu. Sonra elli akçe ile Bursa Sultan Murad Medresesi’ne tekrar tayin edildi. “Dilinin uzun”, ilminin çok ve faziletinin yüksek olması akranı olan bazı ulemânın tepki ve hasedini üzerine çekti. Onun mülhid ve zındık olduğu düşüncesi bazı âlimlerce muhakeme edilmesine sebep oldu Şeyhülislâm Efdalüddin’in (ö. 908/1503) aksine, Mevlânâ Hatibzâde (ö. 904/1498) onun öldürülmesine hükmetti.[4] Hüküm 25 Rebîülâhir 899/2 Şubat 1494’de
İstanbul At Meydanı’nda infaz edildi. Vefatına ve lekad mütte şehîden ve hilâf vâkî bud ibareleri tarih düşürülmüştür.[5] Eyüb’de bulunan kabri 1994 yılında Eyüb Belediyesi tarafından tamir edilmiştir.
Başta eş-Şekâik olmak üzere kaynakların hemen tamamı Molla Lütfi’nin idamının haksız yere gerçekleştirildiğinde hemfikirdir.[6] Bu fikri kuvvetlendiren birkaç hadiseyi nakledim.[7]
Molla Lütfi’nin idamına fetva verenlerin başında bulunan Hatibzâde, et-Tecrid’e bir hâşiye yazmıştır. Molla Lütfi de bu eseri tenkit etmeye hazırlanmaktadır. Hatibzâde bu durumdan rahatsız olduğundan, idam hükmünü verdikten sonra evine gittiğinde, “kitabımı elinden kurtardım, zîrâ onu tezyif etmeye, hatalarını yazıp çizmeye başlamıştı” demiştir.
Molla Lütfi bir gün Sahîh-i Buhârî okuturken namazın nasıl huşû ile kılınması gerektiğine örnek olmak üzere, ağlayarak şu hadiseyi anlatır: Bir savaşta Hz. Ali’nin bacağına isabet eden ve çok ıstırap veren bir okun oradan çıkarılması gerekmektedir. Müdahalenin acısına dayanamayacağını anlayan Hz. Ali, cerraha, namaza durmak istediğini bildirir. Böylece ok ancak o namazda iken çıkarılabilir. Bunun sebebi, Hz. Ali’nin namazda kendini tamamiyle Allah’a vermesi, huşû içinde ibadet etmesi, dolayısıyla cerrahi müdahalenin acısını duymamasıdır. Molla Lütfi bu hikâyeyi anlattıktan sonra ağlayarak, “gerçekte namaz budur, yoksa bizim kıldığımız, kuru kıyam ve inhinâdır, faydası yoktur” demiştir. Bu derste hazır olan ve hocalarına kin besleyen bazı talebeleri, bu sözü saptırarak nakletmiş ve bu anlatılanlar idam gerekçesi olarak kullanılmıştır.
Molla Lütfi’nin Sahîh-i Buhârî’yi okuturken göz yaşlarını tutamadığı, hatta öldürüldüğünde yere düşen başından kelime-i şehadetin duyulduğu bildirilmektedir.
Ulemâdan Kocaelili Muhyiddin Efendi, Molla Lütfi’nin katledilme haberini duyduğu zaman, “şâhidim ki o, zendeka ve ilhaddan berî bir kimsedir” demiştir.
Molla Lütfi’nin idamına ne kadar gerekçe teşkil edeceği meselesi bir yana bırakılırsa, onun ağır latifeler yaptığı, oldukça serbest hareketlerde bulunduğu, kimi muârızlarını ağır ve alaylı şekilde tenkit ettiği kaynaklarda yer almaktadır. Talebesi İbn Kemâl, Yavuz Sultan Selim’in, at üzerinde giderlerken kendisine;
“-Molla Lütfi sizin üstadınız imiş; ilm ü fazlı ma‘rûf iken katline bâis ne oldu?” diye sorduğunda, İbn Kemâl;
“-Akranının kıskançlığı belâsına uğradı. İnce tabiatlı, hoşsohbet, nâdire söyleyici bir kimesne idi, çoğu kişileri donatırdı; şirin latifeler düşerdi. Böyle iken kimseye pek vücut vermezdi. Ve kısa boylu, bodur kimse idi. O cihetten düşmanı çoğalıp üstün geldiler ve iftira ile helâkine çalıştılar. Molla Lütfi’nin şuhluğu bir mertebede idi ki gâh bazı latifeler uydururdu, işiden uydurma olduğuna kuşkulanmayıp gerçek sanırlardı” diyor.[8]
Yine Sinan Paşa’nın kardeşi ve Edirne Dârulhadisi müderrislerinden Ahmed Paşa tarafından sultana yazılan iki adet mektup, Molla Lütfi’nin bir başka menfî yönüne işaret etmektedir. Meselenin doğruluğu henüz kesin olmamakla birlikte mektubda, onunla ilgili yer verilen idialara göre,[9] daha önce Fatih’in kütüphânesinde görevli iken, bu kütüphânenin kitaplarını çalmış, durum açığa çıktığında görevinden uzaklaştırılarak müderrisliğe kaydırılmıştır. Çaldığı kitapları satmış ve bu durum da tespit edilmiştir. Ayrıca Sinan Paşa’nın terekesini de, Molla Lütfi’nin sakladığı, bir adamı vasıtasıyla Sinan Paşa’nın mühür yüzügünü çaldırıp bir yolunu bularak kendisini Sinan Paşa’nın vakfına mütevelli tayin ettirdiğini, bu arada da Sinan Paşa’nın terekesindeki kıymetli kitapları yine başkalarından çaldığı kıymetsiz kitaplarla değiştirdiğini, bu değiştirme işini ört-bas etmek için, değiştirdiği kitapların yerine koyduğu kıymetsiz kitapları satmaya çalıştığını ve bazılarını da sattığını, böylece yetimlerin hakkının yendiğini belirterek bundan şikayet etmektedir. Mektuptan anlaşıldığı kadarıyla Molla Kestelî yapılan bu işleri teftiş için görevlendirilmiş ve tahkikatın neticesini bir raporla padişaha arz etmiştir.
Mecdî Efendi, Şekâik Tercümesi’nde, Acem diyârından gelen bir kimseye, Dârulhadis Medresesi elli akçe iken kırk akçe ile tevcih edildiğini ve bu hususta Molla Lütfi’nin şu kıtayı söylediğini kaydeder:
“Ey dehr! Acep hâdisedir kim hades ettin
Bünyâdını ilmin yıkuben hep abes ettin
Bir dehrîye yer çakmak içün dâr-ı hadîsin
Nakz eyleyüben onunu dârulhades ettin.”[10]
Burada anlatılmak istenen şudur: Medrese’nin vâkıfı medrese müderrislerine günlük kırk akçe tayin etmiştir. Ancak gelen bu zâtın ücretinde on akçe azaltılma olmuştur. Ebced hesâbı ile latife yapan Molla Lütfi, “dârulhadis” ifadesindeki “ye” harfini kaldırarak terkibi “dârulhades” şekline getirmiştir. Bu da, “def-i hâcet yapılan yer” mânâsına gelir. Dârulhadis’in müderrisliği vâkıfın şartı olan elli akçeden on indirilerek kırk akçe ile bu zâta verilmiş olmakla dârulhadis lafzından da ebced hesâbıyla on adedini ifade eden “yâ” çıkarılınca bu terkip “dârulhades” şekline girer ve bu yeni müderris de dârulhadise değil dârulhadese tayin edilmiş olur.[11]
Her ne kadar Mecdî Efendi, Molla Lütfi’nin ta‘rîzine konu olan bu kişinin Acem diyârından gelmiş olduğunu söylese de, kanaatimizce bu şahıs kendisinden önce Dârulhadis’te müderrislik yapmış olan Sinan Paşa’nın kardeşi Ahmed Paşa’dır. Vakfiyenin muhasebe kayıtlarında bildirildiğine göre Ahmed Paşa, Edirne Dârulhadisi müderrisi olduğunda, kendisinden önceki müderris günlük elli akçe alırken o, kırk akçe taleb etmiştir.[12] Daha önce, Acem diyârından gelip, Dârulhadis’te müderrislik yapanlar arasında Fahreddin Acemî vardır. Bu şahıs, hem Molla Lütfi’den çok önce bu görevi yapmış, hem de vakfiyede belirtildiğine göre günlük otuz akçe almıştır. Zaten kaynaklar bundan fazlasını kabul etmediğini de kaydetmişlerdir. Öyleyse tenkit edilen kişi Fahreddin Acemî değildir. Ahmed Paşa’nın, Molla Lütfi hakkında yaptığı şikâyetler, aralarının iyi olmadığını gösterdiği gibi bizim bu kanaatimizi de pekiştirmektedir.
İsmail E. Erünsal yaptığı bir araştırmada, Ayasofya vakıflarının 926/1520 tarihinde yapılan tahririndeki bir kayıttan, Molla Lütfi’nin hocası Sinan Paşa ile arasındaki bağın sadece talebe hoca ilişkisi değil aynı zamanda akrabalık münasebetinin de olduğunu düşündürdüğünü zikretmektedir. Bu kayda göre, Hoca Hayreddin Mahallesi’nde sayılan evlerden birinde, yazım tarihinde Hızır Bey oğlu Yakub Paşa’nın kızı, merhum Mevlânâ Lütfi’nin karısı Hüsnâ’nın oturduğu bildirilmektedir. Buna göre, Molla Lütfi, Sinan Paşa’nın kardeşinin kızı ile evli olmalıdır.[13]
Molla Lütfi, İbn Kemâl başta olmak üzere birçok tanınmış simaya hocalık yapmıştır.[14]
Eserleri
Molla Lütfi mantık, matematik, dil, edebiyat, kelâm, tefsir, hadis sahalarında eserler kaleme almıştır.[15] Burada eserlerinin bir listesini vermekle yetineceğiz.
- Hâşiye alâ hâşiyet-i şerhü’l-metâli.[16]
- Hâşiye alâ şerhi’l-miftâh.[17]
- Hâşiye alâ şerhi’n-nesefiye.
- es-Seb‘u’ş-şidâd.[18]
- Risâle fî tahkîki’l-imân.
- Risâle fî ilmi’l-âdâb.[19]
- Mevzuâtü’l-ulûmi’ş-şer‘iyye ve’l-Arabiyye.[20]
- es-Saâdetü’l-fâhire fî siyâdeti’l-âhire[21]
- Hac Âyetinin Tefsiri Hakkında Risâle.[22]
- Tercümetü’l-ferec ba‘de’ş-şidde.[23]
- Merâtibü’l-mevcûdât.
- Mebâhisü’l-burhân.
- el-Fark beyne’l-hamd ve’ş-şükr.
- Şerhu’l-mevâkıf.[24]
- Ta‘rîfü’l-hikme.
- Hârnâme.[25]
- Taz‘îfü’l-mezbah.[26]
- Zübdetü’l-belâğa.
- Harflerin Mahreçlerine Dâir Risâle.
- Hâşiye alâ risâleti’l-makmûle fî beyâni mevzûâti’l-ulûm.[27]
- Şerhu’l-Buhârî.[28] Ebû Abdullah Muhammed b. İsmâil el-Buhârî’nin (ö. 256/869) Sahîh’inin bir kısmına yazdığı şerhtir. Henüz bir nüshası bulunamamıştır.
- Kâtip Çelebi, Buhârî’nin bazı mevzularına talikat yazdığını zikretmektedir.[29] Ancak bu eserin de bir nüshasına rastlanmamıştır. Bir önceki eserle aynı olabilir.
Molla Lütfi hem Edirne Dârulhadisi’nde müderrislik yapmış hem de Buhârî’nin bazı kısımlarına şerh ve talikât yazmıştır. Bu eserin kütüphanelerde bir nüshasına rastlayamadığımızdan aynı veya ayrı eserler olup olmadığını tesbit edemedik.
Bu yazı Dârülhadis Araştırma Projeleri kapsamında yayın hazırlıkları halen devam etmekte olan “Osmanlı Muhaddisleri Ansiklopedisi” başlıklı çalışmadan alınmıştır.
————————————————————————————————————————————————————————————————–
[1] eş-Şekâ’ik, 279; Hoca Sâdeddin, Tâcü’t-tevârîh, II, 547; Abdullah el-Ahıskavî, Revâmizü’l-a’yân, Süleymaniye Kütüphanesi, Halet Efendi, nr. 583 (3. cilt), 342b.
[2] Sehî Bey, Heşt Bihişt, faksimile neşir: Günay Kut, Harvard Üniversitesi 1978, 149-150.
[3] eş-Şekâ’ik, 378.
[4] Molla Lütfi’nin zındıklık suçlamasıyla idam edilmesi, devrin ilim adamlarını, tarihî ve hukukî yönleriyle zındık kavramı üzerinde düşünmeye ve eser vermeye sevketmiştir. Bunlardan en başta gelenleri îdâmın lehinde karar veren, Ahaveyn lakaplı Hatipzâde Muhyiddin Mehmed bin Kâsım ile îdâmın aleyhinde karar veren, Efdalzâde Hamîdüddin Efendi’dir. İlkinin risâlesi Ahmed Yaşar Ocak tarafından (Zındıklar ve Mülhidler, İstanbul 1998, 340-347) , ikincisi ise Şükrü Özen tarafından tercüme edilerek yayımlanmıştır. (“Molla Lütfi’nin İdamına Karşı Çıkan Efdalzâde Hamîdüddin Efendi’nin Ahkâmü’z-zındîk Risâlesi”, İslâm Araştırmaları Dergisi, sy.: 4, İstanbul 2000, 7-16).
[5] eş-Şekâ’ik, 280; Mecdî, Şekâik Tercümesi, 300; Hoca Sâdeddin, Tâcü’t-tevârîh, II, 547. Ayrıca bk. Ramazanzâde, Tevârîh-i Âl-i Osman, Süleymaniye Ktp., Reşid Efendi, nr. 617, vr. 98a-b; Nişancı Mehmed Paşa, Târih-i Nişancı, 194-195; el-Ahıskavî, a.g.y., aynı yer.
[6] Molla Lütfi ve özellikle onun idamının perde arkasını ele alan geniş bir çalışma olarak bk. Ocak, a.g.e., 205-227. Ayrıca bk. Halet, Tercüme-i Hâl-i Mevlânâ Lutfullah, İstanbul 1290; Köprülüzâde M. Fuad, “Deli Lütfi’nin Mizahî Bir Risalesi”, Hayat, IV, nr. 100, İstanbul 1928, 2; M. Şerefeddin Yaltkaya, “Molla Lütfi”, Tarih Semineri Dergisi, sy.: II, İstanbul 1938, 35-59; Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim, 34, 35, 44-47; H. Şinasi Çoruh, “Fatih’in Kütüphane Memuru, Büyük Türk Ansiklopedisti Molla Lütfi (?-1494)”, Türk Kültürü, sy.: 115, Ankara 1972, 35-36; A. Karahan, “Molla Lütfi’nin Harnâmesi ve XV. Yüzyıl Sade Türk Nesri”, Bilimsel Bildiriler 1972, Ankara 1975, 173-179; İsmet Parmaksızoğlu, “Molla Lütfi ile İlgili Yeni Bir Belge”, Belleten, XLIV, nr. 176, Ankara 1980, 175-682; İsmail E. Erünsal, “Fatih Devri Kütüphaneleri ve Molla Lütfî Hakkında Birkaç Not”, Tarih Dergisi, sy.: XXXIII, 1980/81, 56-78; O. Şâik Gökyay, Molla Lûtfi, Ankara 1987; İbrahim Maraş, Molla Lütfi’nin Felsefî ve Kelâmî Görüşleri, Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi, yüksek lisans tezi, Ankara 1992; Özen, a.g.m., 7-13.
[7] eş-Şekâ’ik, 280-283; Mecdî, Şekâik Tercümesi, 295-300; Hoca Sâdeddin, Tâcü’t-tevârîh, II, 547-548; Hüseyin Efendi, Bedâyiü’l-Vekâyi, II, vr. 400b.
[8] Gökyay, a.g.e., 6-7, Sadeddin, Selimnâme, 615’den.
[9] Mektubun neşri ve değerlendirilmesi için bk. Erünsal, a.g.m., 74-78. Ayrıca bk. Gökyay, a.g.e., 18.
[10] Mecdî, Şekâik Tercümesi, 300.
[11] Gökyay, a.g.e., 5.
[12] Bk. Gökbilgin, Edirne ve Paşa Livası, 211.
[13] Erünsal, a.g.m., 73-74, Belediye Ktp., Muallim Cevdet, nr. 64, 230’dan.
[14] Osmanlı Müellifleri, II, aynı yer.
[15] Bk. eş-Şekâ’ik, aynı yer; Osmanlı Müellifleri, II, 11; Yaltkaya, a.g.m., 52 vd.; Gökyay, a.g.e., 26-38.
[16] Kadı Sircâceddin Mahmud Urmevî’nin (ö. 682/1283) mantık ilmi ile alâkalı yazdığı Matâliu’l-Envâr isimli eserinin Seyyid Şerif Cürcânî tarafından yapılmış hâşiyesinin hâşiyesidir. Nüshası için bk. Süleymâniye Ktp., Hasan Hüsnü Paşa, nr. 1223 (147 vr.).
[17] Sirâceddin Sekkânî’nin (ö. 626/1228) lugat ve edebî türler üzerine yazmış olduğu eserin hâşiyesidir. Nüshası için bk. Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Ktp., nr. 14952; Koca Ragıp Paşa Ktp., nr. 1255 (36-82).
[18] Sultan Bayezid II’nin emriyle, onun huzurunda, zamanın âlimleri arasında, Seyyid Şerif Cürcânî’nin Matâli’u’l-Envâr Şerhi üzerine yapılan bir mübâhase üzerine yazılmıştır. Nüshası için bk. Süleymâniye Ktp., Hasan Hüsnü Paşa, nr. 600 (84a-85b); Aynı Ktp., Esad Efendi, nr. 3551 (94b-97b). Mevlânâ İzârî Çelebi de bu risaleyi şerhetmiştir. Nüshası için bk. Süleymâniye Ktp., Hasan Hüsnü Paşa, nr. 600 (86a-89b). Süleymâniye Kütüphânesi, Karaçelebizâde koleksiyonu, 330 numaralı mecmua içerisinde blunan risâlenin başlığı da “Cevâbât-ı Mevlânâ İzârî Çelebi an Seb’-i Mevlânâ Lütfi” şeklindedir. (vr. 5a-b).
[19] Oğlu tarafından kendi notları derlenmek sûretiyle bir araya getirilmiş ve Kânûnî Sultan Süleyman’a takdim edilmiştir. Belâğat, beyân, meânî üzerinedir. Bk. Karatay, Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi Türkçe Yazmalar Kataloğu, I, 50. Burada verilen bilgiye göre eser; Topkapı Sarayı Ktp., III. Ahmet Kitapları, nr. 1693’de bulunmakta olup 105 varaktır..
[20] Yüz kadar ilimden söz edilmektedir. Nüshası için bk. Süleymâniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3547 (55a-71b).
[21] İlmin değeri ve nasıl elde edileceğine dâirdir. Nüshası için bk. Süleymâniye Ktp., Laleli, nr. 3648 (140b-145a); Aynı Ktp., Hacı Beşir Ağa, nr. 656 (44a-63a); Milli Kütüphâne Yazmalar Kataloğu, Ankara 1987, I, 6, (Kütüphâne nr. 3013). Ayrıca bk. Bağdatlı İsmâil Paşa, Îzâhu’l-meknûn alâ Keşfi’z-zunûn an esâmi’l-kütüb ve’l-fünûn, (nşr. Kilisli Muallim Rifat-Şerefeddin Yaltkaya), I-II, İstanbul 1945-47, II, 15.
[22] Süleymâniye Ktp., Şehit Ali Paşa, nr. 2844, (42b-47b).
[23] Ebubekir Abdullah Bağdâdî’ye ait olan eserin Türkçe’ye yapılmış tercümesidir.
[24] Tire Ktp., Necip Paşa, nr. 162; Atıf Efendi Ktp., Atıf Efendi, nr. 1219.
[25] Mizah alanında Türkçe yazdığı bir eserdir. Uslu Şucâ’ Münâzarası olarak da tanınır. Bk. Keşfü’z-zunûn, II, 1783. Eski bir nüshasını O. Rescher, 1926 yılında yayımlamıştır. Bk. O. Rescher, Orientalissche Miszellen, İstanbul 1926, 40-43. Orhan Şaik Gökyay da neşretmiştir. Bk. Orhan Şâik Gökyay, “Tokatlı Lûtfi’nin Harnamesi”, Türk Folkloru Belleten, 1986/1, Transkripsiyon, 155-173; metin, 174-179.
[26] Geometriye dâirdir. Batı’da “Delos Problemi” olarak bilinen problemi konu edinmektedir. Bk. Adıvar, a.g.e., 44 vd.; Yaltkaya, a.g.m., 55 vd.; Gökyay, a.g.e., 29; Mehmet Bayrakdar, Bitlisli İdris, Ankara 1991, 27; Heyet, Osmanlı Matematik Literatürü Tarihi, I, 38-40. Eser 1825 yılında Leyden nüshasına dayanılarak Leyden’de Gelideres tarafından neşredilmiştir. Bk. Heyet, Osmanlı Matematik Literatürü Tarihi, I, 39. Adnan Adıvar tarafından Fransızca’ya tercüme edilerek yayımlanmıştır. Bk. Adnan Adıvar, Molla Lutfi’l-Maktûl: La Duplication del’Autel (Platon et le Probleme de Delos), Paris 1940. Bu eserin nüshası için bk. Türk Tarih Kurumu Ktp., nr. 1453. Yazma nüshası için bk. Süleymâniye Ktp., Esad Efendi, nr. 3596 (1b-10a).
[27] Süleymâniye Ktp., Es’ad Efendi, nr. 3547 (17b-27a).
[28] Osmanlı Müellifleri, II, 11.
[29] Keşfü’z-zunûn, I, 554.