Devrim Otomobilini işlevsiz kılıp müzelik haline getirenlerin, ülkeyi ikinci el teknoloji çöplüğüne dönüştürenlerin ve uçak fabrikalarını kapatıp toprağa gömenlerin de hangi zihniyeti temsil ettiği açıktır ve milletimiz tarafından gayet iyi bilinmektedir.
Tarihte
Tarihe bakıldığında İslam dini ortaya çıktığı günden itibaren karşıtlarının eleştiri, itiraz, iddia ve itibarsızlaştırmalarına maruz kalmıştır. İlk muhataplar olan müşrikler Hz. Peygamber’i (sav) “kend
inden uydurmakla, başkasından öğrenmekle, babalarının dinine karşı çıkmakla,” itham ederlerken Yahudiler ve Hıristiyanlar, İslam için “kendi dinlerinden sapma bir mezhep” iddiasında bulunmuşlardır. Bu iddialar daha sonraki dönemlerde artarak devam etmiştir.
Her iki yönden gelen eleştiri ve iddialara yönelik başta Kur’an-ı Kerim olmak üzere Hz. Peygamber’in dilinden ve ulemanın kaleminden birçok cevap verilmiş, onların iddialarının geçersizliği ortaya konulmuştur. İddiaların aksine kitlesel katılımlarla İslam kısa zamanda kabul görmüş ve yayılmış, hem müntesip sayısı hem de düşünce direnci bakımından inkâr edilemez bir büyüklüğe ve güce kavuşmuştur.
İslam’ın bu direnci, kimi aşırı zâhirci kimi aşırı bâtıncı olarak ortaya çıkan grupların ürettiği iç tehditlere karşı da aynı şekilde vazife görmüştür. Bu direncin en önemli faktörü İslam’ı Hz. Peygamber’in (sav) ve sahabesinin yolu olarak takip eden büyük kitledir. Onların zâhirci Haricîlere ile bâtıncı Karmatîlere ve İsmailîlere yönelik dirençli duruşu bunun tarihteki ispatıdır. Bu tür aşırılıklar bugün de zaman zaman ortaya çıkmaktadır. Nitekim günümüzde çeşitli adlar altında ortaya çıkan aşırı zâhirci ve bâtıncı oluşumlar onların güncellenmiş sürümleridir.
Tarihi süreçte İslam coğrafyasında büyük kayıplara ve yıkımlara yol açan doğuda Moğol ve batıda Latin istilaları her ne kadar insanî ve maddî planda ciddi zararlara sebebiyet vermiş ve ümmetin hayatını büyük ölçüde olumsuz etkilemiş ise de dinin ana esaslarını bozacak bir yıkıma yol açamamıştır. Nitekim Moğol devletlerinin elli yıl içinde Müslüman olmaları da büyük kitlenin güçlü direncinin ve etkileyici gücünün göstergesidir.
Hz. Peygamber’in (sav) sünnetini ve sahabenin yolunu takip eden büyük kitle, zaman zaman zafiyetler yaşasa da, İslam’ın inanç ve düşüncesinin temsilinde dış ve iç yıkıcı etkenlere karşı iyi bir duruş sergilediği ve direnç gösterdiği aşikârdır. Bugün halk nezdinde bile “Hz. Âdem’in neslinden, Hz. İbrahim’in milletinden, Hz. Muhammed Mustafa’nın (sav) ümmetinden, Ehl-i Sünnet inancından olma” bilinci dipdiri durmaktadır.
Sömürge Döneminde
Tarihteki bütün yıkımları geride bırakan modern sömürge döneminde, İslam dünyası adeta tamamıyla istila edilmiş, sömürgeleştirilmiş ve zihinsel bir aşınmaya uğratılmak istenmiştir. Bu da Müslüman zihin dünyasında boşlukların ve yer yer kaymaların ve kayıpların oluşmasına neden olmuştur. Bu boşlukları doldurmak ve kayıpları telafi etmek için ulema ve aydın kesimden çeşitli öneriler getirilmiştir. Bu çerçeveden olmak üzere İslamcılar ilk döneme dönüp yeniden yapılanmaya gitme, öze dönme, tarihî mirası ayıklama, bir ihya ve tecdit faaliyeti başlatma önerisinde bulunmuşlar, Selefîler tarihi bugüne taşımaya kalkışmışlar, muhafazakârlar ise eskiden ne varsa hepsini korumanın derdi ve telaşına düşmüşlerdir.
Bu dağınıklığı ve parçalanmışlığı fırsat bilen İslam karşıtı unsurlar hemen hareket geçmiş, ürettikleri soru, iddia ve eleştirilerle Müslümanların zihinlerini daha da bulandırma ve özellikle de Hz. Peygamber’i (sav) itibarsızlaştırma faaliyetleri yürütmüşlerdir. Pozitivist Renan’ın iddiaları ve Protestan Anglikan Kilisesi’nin soruları bu çıkışa ve hamleye örnek olarak gösterilebilir. Özellikle Pozitivistler, yeni kurulan Darülfünun öğrencileri üzerinde bir ölçüde etkili olmuşlardır. İslam âlimleri ve münevverleri bu meydan okumaya karşı yazdıkları kitaplar, makaleler ve toplantılarla cevap verme gayreti içinde olmuşlardır. Edebiyatçı Namık Kemal’in Renan Müdafaanemesi, mücadele ve hareket adamı Abdulaziz Çaviş’in Anklikan Kilisesine Cevabı ve ünlü felsefeci Ömer Ferid Kam’ın 1919-1920’de dinsizlik cereyanlarına karşı yaptığı on haftalık “Ayasofya Cuma Vaazları” bu gayret ve çalışmanın çarpıcı örnekleridir. (bk. Namık Kemal, Renan Müdafanamesi, Akçağ Yayınları Ankara 2014; Abdulaziz Çeviş, Anklikan Kilisesine Cevap, trc. Mehmet Akif Ersoy, DİB Yayınaları 1974; Ömer Ferid Kam, Ayasofya Konuşmaları, Büyüyen Ay Yayınları, İstanbul 2021).
Günümüzde
Bugün itibariyle din karşıtları her ne kadar bilimsel gelişmeler neticesinde birçok eski iddialarından vazgeçmişlerse de inatçı duruşlarını hala devam ettirmekte olup İslam’ı yıpratmak için zaman zaman çeşitli batıl düşüncelerini abartılı bir şekilde gündeme sokmaya çalışmaktadırlar. Sözgelimi 18. yüzyılda evrenin başlangıcının ve sonunun olmadığını iddia ederlerken Bing Bang teorisinin bir başlangıç öngörmesiyle bundan dönmüşler ve büyük patlamanın kendiliğinden meydana geldiği iddiasına sarılmışlardır. Aynı teorinin evrenin belli bir zaman sonra patlamadan önceki haline döneceği bulgusuyla ve Entropi Yasasıyla yine çark etmişler ve ardından “paralel evrenler” adlı yeni bir senaryo dillendirmeye başlamışlardır.
Türkiye özelinde ise zaman zaman abartılı yapay gündemlerle dindarlar meşgul edilmeye, gençlik yanıltılmaya ve provoke edilmeye çalışılmaktadır. 90’ların sonunda patlak veren Satanizm tartışmaları bu yapay gündemlerden biridir ve nitekim bir müddet köpürtüldükten sonra sönmüş ve ortadan kalkmıştır. Zaman içinde sönen bu tartışmanın yerini günümüzde Deizm ve Ateizm tartışmaları almıştır. Bu abartılı gündemlerin her ne kadar olgu boyutunda ciddi bir varlığı ve önemi olmasa da, algı boyutunda son derece etkili olduğu açıktır. Bu algının kırılması için ciddi çaba ve çalışmalara ihtiyaç olduğu da bir gerçektir.
Bu algıyı oluşturmada ateistler ve deistler aynen bin dört yüz yıl önceki müşriklerin yaptığı gibi “İslam’ın uydurma olduğu, başka din ve kültürlerden aktarma esaslardan oluştuğu, hurafe ve bilim karşıtı olduğu” iddialarında bulunmaktadırlar. Hâlbuki İslam’ın uydurma olmadığı bin dört yüz yıllık tarihsel ve bilimsel mirasıyla açıkça ortaya konulmuştur. Başka din ve kültürden aktarmalar hususundaki iddialar benzerlikten yola çıkan yüzeysel bakış açısından kaynaklanmaktadır. Şayet İslam’ın varoluş, amaç ve içerik farklılıklarına bakılmış olsa bu iddiaların boş ve geçersiz olduğu ilk anda anlaşılır.
Öte yandan İslam var olduğu günden itibaren hurafelerle mücadele etmiş bir din olup insanlığa hizmet eden bilimle de hiçbir zaman sorunu olmamıştır. Günümüzde bilimi dogmalaştırıp din haline getirenler, dinden daha çok bilime zarar vermektedirler. Bunlar bilimi dondurmakta ve dondurdukları bu bilimi dinin hasmı haline getirmektedirler. Türkiye ölçeğinde bile baktığınızda bilime ve teknolojiye hangi zihniyetlerin öncülük ettiği açıkça görülür.
Devrim Otomobilini işlevsiz kılıp müzelik haline getirenlerin, ülkeyi ikinci el teknoloji çöplüğüne dönüştürenlerin ve uçak fabrikalarını kapatıp toprağa gömenlerin de hangi zihniyeti temsil ettiği açıktır ve milletimiz tarafından gayet iyi bilinmektedir.
Öyleyse ey inananlar gelin ve kulak verin! “Allah’ın rahmetinden umut kesmeyin!”, “Kararlı duruş ve dua ile Allah’dan yardım isteyin!” “Gevşeklik göstermeyin, karamsarlığa kapılmayın! En üstün sizsiniz, çünkü siz Müslümansınız!” (Zümer 39/53; Bakara 2/153; Al-i İmran 3/133).
Demek ki neymiş? Allah’ın engin inayeti yanımızda, İslam’ın her devre hitap eden hakikati elimizde, büyük kitlenin gücü ve direnci arkamızda olduğu sürece umutsuzluğa yer yokmuş.
Şairin diliyle söylersek: “Sevinin Mehmed’im başlar yüksekte / Ölsek de sevinin eve dönsek de / Sanma bu tekerlek kalır tümsekte / Yarın elbet bizim elbet bizimdir / Gün doğmuş, gün batmış, ebed bizimdir.” Vesselâm…
20 Ekim 2022 / 24 Rebiülevvel 1444
Yazar: Prof. Dr. Cağfer Karadaş